03

562 58 48
                                    

yirmi ocak, salı, yine kafeyi sabah erkenden açtım ve seonmin büyükbaba ile birlikte çörek yapmaya başladık. artık sabah saatleri kimse gelmiyordu.

akşam saatleri olduğunda da kimse gelmemişti.
yani gelen çok olmuş, yaptığımız tüm çörekler bitmişti ama o gelmemişti.




.

yirmi bir ocak çarşamba, bugün de gelmedi. sanırım tatile gitti.

.

yirmi iki ocak perşembe, boşalan masaları temizlerken kafamı dışarı çevirdiğimde görmüştüm o'nu. kafenin önünden geçip gitmişti. üstünde siyah şişme montu, kulağında kulaklık ve başında beresi ile. yine.


.

yirmi üç ocak cuma, iki çikolatalı üç böğürtlenli ve bir sade çörek almak için geldi.
saat on iki elli beşti.

kiminle yiyecek bu çörekleri diye düşünmeden edemedim.

istemsizce kara bulutları kendime çektim.

fakat o bunu fark etmedi.
her zamanki gibi, tek kelime söylemeden çıkıp gitti. ben de arkasından gidişini izledim.

gidişini izlemeye bile bağlandığımı ise ancak bugün fark ettim.




.

yirmi altı ocak pazartesi, saat sabah on yirmi dört.

yaptığımız çörekleri raflara yerleştirirken kapının üzerindeki zil çaldı.

başımı kaldırdım.

yine gelmişti. üzerinde desenli şişme montu, başında beresi yerine kep şapkası, kulağında kulaklıkları, dar siyah dizleri yırtık kot pantolonu ve postalları ile cam kenarında köşedeki yuvarlak masaya oturdu. montunu çıkartıp karşısındaki sandalyeye bıraktı ve şapkasını çıkardı.

kahverengi dalgalı saçları anında alnına dağılırken, ancak az önce fark ettiğim sevimli kulaklarını hafiften örtmüştü.

ve ben, ilk kez kulakları ile saçlarını bugün görmüştüm.

raftan çikolatalı bir çörek aldığında, hızlıca tezgah arkasından çıkarak oturduğu masaya servis açtım ve sıcak bir filtre kahve götürmeyi ihmal etmedim.

başını kaldırıp yüzüme baktı, gülümsememe engel olamadım.
bu, yüzüme direkt olarak ilk kez baktığı andı.

"hoşgeldiniz, eğer başka bir ihtiyacınız olursa seslenmeniz yeterli."

sadece yüzüme baktı, arada bir dudaklarıma.

o baktığı anda kurudu dudaklarım, ama belli etmedim.

ardından gülümsedi.

yanağında oluşan gamzeye gömün beni diye haykırmak istedim. ufacık bir gülümseme ile yerle bir oldum.
sadece iki saniye süren tebessümün ardından başını kısaca sallayıp çöreğini yemek için eğildiğinde gitmem gerektiğini anladım.

"yirmi altı ocak pazartesi, o'nu görmemin üzerinden geçen iki ayın sonunda, bana ilk kez güldü."

bir süre çöreğini yiyip kahvesini içti sessizce. telefonuna odaklanmıştı güzel gözleri. peri kulaklarında ise hâlâ kulakları vardı...

sonra içeri biri girdi. benimle aynı boylarda, kalın kaşları ve beyaz teniyle metrelerce uzaklıktan dikkat çeken, yalnız benim görebildiğim orman yeşili rengiyle güven veren biriydi.

sound of colors | chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin