11

650 51 107
                                    

on dört temmuz salı, chanyeol henüz öğlen olmadan gelmiş yalnızca kahve içmişti. öğle yemeğini hemen yan dükkandaki tteokbokkicide yemiştik.
tekrar kafeye geldiğimizde bu kez chanyeol, kafedeki insanları inceleyerek resim çizerken ben de müşterilerle ilgileniyordum.

saat üç buçuğu geçmişti. yesung hyung bir erkekle el ele girdi. chanyeol'un hâlâ bakışları önündeki kağıttaydı, ve ben fark etmesin diye dua ediyordum.

yesung hyung sipariş vermek için elini kaldırdığında yanına gittim,
"hoş geldiniz ne alırsınız"

hyung tabii ki anında tanımıştı beni,
"baekhyun... bu ne güzel karşılaşma. nasılsın? burada mı çalışıyorsun?"

"öyle arada bir uğruyorum hyung, aktivite olsun diye."
doğruyu söylemek içimden gelmemişti.

"çok iyi yapıyorsun. mm ben bir çikolatalı çörek ile kahve alayım, sevgilim sen ne istersin?"

karşısındaki çocuk kızaran yanakları ile bakışlarını rafa çevirdi,
"ben de çikolatalı çörek ile portakal suyu alabilirim."

siparişlerini not alıp yanlarından ayrılarak mutfağa ilerledim, kendi kendime söylenmeyi de ihmal etmemiştim,
"sivgilim sin ni ilirsin? aaiissh sinir bozucu adam başka kafe mi yok ne diye buraya geliyorsunuz ki?"

büyükbaba kaşlarını çattı anında, "ne o, müşterilerimi diğer kafelere kaçırmayı mı planlıyorsun"

mahcubiyetle, yavru köpek bakışı atıp içecekleri hazırladım ve yesung hyungun masasına ilerledim fakat yesung hyung yerinde yoktu.
telaşla chanyeol'un oturduğu masaya baktım, chanyeol'un yanına gitmiş onunla konuşuyordu.
yani chanyeol'e bir şeyler anlatıyordu ve chanyeol elindeki kalemi kıracak kadar sıkarken, yüzündeki sakin ifade ile onu dinliyordu.

içinde ne fırtınalar koptuğunu belli etmediğini sansa da, tüm kalbimle hislerini algılıyordum.

yesung hyung yerine geçtiğinde chanyeol eşyalarını topladı. tam kalkmak üzereydi ki göz göze geldik.
bu akşam pizzalarımızı alıp han nehri kıyısına gideceğiz diye sözleştiğimiz için buradaydı bunca saat. ama şimdi, gitmek için ayaklanmıştı.

derince bir iç çekti, ardından eline aldığı çantasını tekrar sandalyeye bırakarak lavabolara ilerledi.
anında peşinden gittim.

"iyi misin"

ellerini ıslatmış boynuna sürüyorken aynadaki görüntüme bakarak başını salladı,
"iyiyim... sadece biraz sinirim bozuldu."

yanına gitmeye çekinerek yaslandığım duvardan aynaya bakmayı sürdürdüm.
"canını sıkacak bir şey mi söyledi"

bana dönüp poposunu lavabo tezgahına yasladı,
"ayrıldıktan sonra sadece üniversitede karşılaşır olmuştuk ve beni görmesinin üzerinden en son altı ay falan geçmiş belki daha fazla. iyi göründüğüme sevinmiş. artık daha sağlıklı ve mutlu görünüyormuşum. 'güzelce büyümüşsün chanyeol' dedi bir de. sanki o büyüttü beni."

bir cevap vermek yerine kollarımı açtım, biliyordum chanyeol'un şu an kelimelere değil, sarılmaya ihtiyacı vardı.

bir dakika bile düşünmeden kollarını belime sardığında burnunu anında açıkta kalan boynuma dayadı. ben de ellerimi omuzlarına sıkıca sararken saçlarına ufacık bir öpücük kondurdum. anlık gelişen bu davranışım ile kollarımı hızla chanyeol'den çektim fakat o huysuz bir çocuk gibi tekrar ellerimi boynuna yerleştirdi.

bir süre sonra bedenlerimiz ayrıldığında hafifçe gülümsedi,
"bir kere daha saçlarımı öper misin"

başımı iki yana salladığımda, o anlarda isteğini asla reddedemediğim, dudağını hafifçe sarkıtıp kaşlarını kaldırarak bakma hareketini yaptığında, omuzlarımı düşürdüm.
bu adama asla hayır diyemiyordum, asla.

sound of colors | chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin