18

402 45 21
                                    

baekhyun... benim güzel meleğim.
ruhundaki kanatları ile ışıldayan varlığı, parmak uçlarına kadar parlayan iyilik ve sonsuz sevgisiyle eşsiz biriydi.

onu ilk gördüğüm günü hatırlıyorum da... bundan bir buçuk sene önce, doğum günüm için her zaman yaptırdığım pastayı almaya gittiğimde, tezgahın arkasındaki minicik bedeniyle müşterilerle ilgileniyordu. bembeyaz saçları ile yaşayan bir melek gibiydi. onun beni görmediğinden emin olarak çıktım kafeden fakat caddenin ortasında hissettiğim bir duygu ile arkama döndüğümde, o an bayıldığına şahit oldum.

tanrım... ne korkunç bir andı benim için.

neyse ki çalıştığı kafeden çok uzaklaşmamıştık fakat ne diye üzerinde kafenin önlüğü ile öylece kalabalığın ortasında dikildiğini o gün anlayamamıştım.
kucakladığım bedeni kafeye götürürken tek düşündüğüm kötü bir şey olmamasıydı.

neyse ki iyiydi.

o günden sonra, ne zaman görsem benimle konuşma çabası içine girdiği için kızıyordum baekhyun'a.
doğrusu ona kızma sebebim yoktu, ve bu kızgınlık ona değildi. fakat ona çatıyordum işte. başka kim vardı ki?
o zaman dahi içimde bir yerlerde hissediyormuşum besbelli, onun bana bu denli iyi geleceğini. ama kondurmak istememiştim, çünkü birileri beni kırmıştı ve bu kırılganlık temkinli adımlar atmama sebep oluyordu.

a-ah... sevgililer günü... baekhyun'un o gün peşimden gelip de karşımda bağıra çağıra bir şeyler anlattığı fakat benim onun sesine, tıpkı diğer seslere olduğu gibi, sağır olmam sebebiyle duymayışım... acısını hissedemediğim için karşımda ağlayan bedene sarılıp öpemeyişim yıllar sonra bile içimde ukte kalacak eminim ki.

karşımda öylece ağlarken, kendi kendine öfkelenip kızarken... baekhyun her haliyle çok güzeldi. ama şüphesiz en sevdiğim hali, benimle iletişime geçebilmek için işaret dili öğrenmesiydi.
bunu kimse yapmamıştı. hiç kimse.
yesung biliyordu, çünkü onun amcası da işitme engelliydi fakat baekhyun'un ailesinde böyle biri yoktu. bir zorunluluğu yoktu. tıpkı diğerleri gibi kağıt kalemle de iletişim kurabilirdi. fakat o bunu tercih etmemişti, hatta öyle eminim ki aklına bile gelmediğine.

melek kalplim, birkaç haftada hızlıca öğrendiği dille kurduğu cümleleri ile heyecanlanıp kızarmıştı da karşımda o yanaklarının allığı nasıl güzel bir görsel şölen oluşturmuştu bana. nasıl sevilesiydi, nasıl sevmek istemiştim o anlarda.

sevemezdim ama. dedim ya, kırılmıştım bir kere başkası tarafından. iyileşmem gerekiyordu. baekhyun yarabandım olmak için çok çabaladı. bense bunu hep reddettim.
o, onu reddettiğimi düşündü o sürede, oysa ben onu reddetmiyordum. bu ucuz hislere yarabandı olacak kadar değersiz değildi benim için. izi geçene kadar bekleyecektim sadece, sonra tertemiz bir kalple sonsuza dek onu sevecektim.

fazla rahattım onunla. kimsenin ısırdığı bir şeyi yiyemez ya da aynı şişeden içemezken, baekhyun'un sandvicini yiyip kahvesini içmek delicesine bir keyif veriyordu bana. gözlerimi kapadığım an gördüğüm yüz ise yalnız onun yüzüydü.

her güzel şeyin sonunda bir sorun patlak verir ya evren kanunlarına göre... bizde de öyle olmuştu. ama sonunda değil, henüz başında vermişti bu patlağı. yesung'u başkasıyla gördüğümde hissettiğim tek şey, saf öfkeydi. biliyorum baekhyun duygularımı görebiliyordu ama benim içimde hissettiğim buydu. başkasıyla olmasına değildi öfkem, benden köşe bucak utanıp başkasıyla böyle ulu orta olmasıydı.

herkes her koşulda kabul görürken, bir ben mi fazlalık oluyordum şu canına yandığımın dünyasında? anlamıyordum.

sound of colors | chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin