4.bölüm

32.6K 808 416
                                    

"Hayattaki en güzel şeyler gözle görülmez veya dokunulmaz. Onları kalpte hissetmek gerekir."
- Helen Keller

...

evden hızla çıkmış otobüse yetişmeye çalışıyordum. dün geç uyduğum için sabah annem beni yataktan zorla kaldırmıştı.

durağa yaklaşan otobüsü gördüğümde daha hızlı koşmaya çalıştım ama yetişemedim. giden otobüs ile üzgünce nefesimi bıraktım.

durakta bulunan oturağa oturup diğer otobüsü bekledim. ben bahar kafe de işe başladığımda bahar abla bana karşı çok despot ve sert bir kadındı.

ama yarın olup tekrar işe geldiğimde bir anda bana yumuşak davranmaya başlamıştı. 

işe geç kalan her çalışanı işten atan bahar abla, bana geldiğinde sorun olmadığını insanlık hali olduğunu söyleyip geçiştiriyordu.

onun böyle yapması ile çalışanların çoğu bana nefretle bakıyordu ve bu beni çok üzüyordu. 

onlarla konuşmaya çalıştığımda ise bana küçümseyerek bakıp yanımdan ayrılıyorlardı.

o gün eve gittiğimde çok ağlamıştım. annem ve babam bana işten çıkabileceğimi zaten buna gerek olmadığını söylemişlerdi.

diğer gün işe gittiğimde tüm işçiler değişmişti. buna şaşırsam da bak takmamıştım açıkçası. ben bunları düşünürken önümde duran simsiyah üç araba durmuştu.

ortada ki arabanın arka kapısı açılmış, içinden simsiyah bir takım giymiş Agah Vurgun bey çıkmıştı.

ben kaşlarım yukarıda onu izlerken ceketini düzeltip yürüyerek tam önümde durmuştu. derince yutkunup yavaşça ayağa kalktım.

derin nefes alıp;

"hadi bin arabaya gideceğin yere bırakayım seni"

dediğinde kaşlarımı hafif çatıp dudaklarımı büzdüğüm de bakışları dudağıma inmişti hızla dudaklarımı bir birine bastırıp;

"gerek yok Agah Vurgun bey birazdan otobüs gelir ben otobüs ile giderim "

dediğimde kaşlarını çatıp;

"demek arabaya binmiyorsun öyle mi?"

sözleri ile başımı onaylar anlamda salladım. kafasını yukarı kaldırıp derin nefes aldıktan sonra bir anda bana bakmıştı. 

daha ne olduğunu anlamadan kolumdan tutup beni kendine çekerken burun buruna gelmiştik elini arkaya doğru uzattığında, arkasındaki adam ona bir mendil uzatmıştı.

ne yapacağını anladığım an ağzımı açıp bağıracağım sırada hızla mendili burnuma tutmuştu. debelenip elinden kurtulmaya çalıştıkça daha sıkı tutuyordu.

kararan gözlerim ile bayılacağımı anladığım an kendimi onun kollarına bırakmıştım. son duyduğum sözler ise; 

"olaman gereken yere gidiyoruz gece güneşim" 

yazardan

Agah Vurgun daha fazla dayanamamıştı. sevdiği kadın ondan uzaktaydı ve bu onun hiç hoşuna gitmiyordu.

ervası onundu ve onun yanında kalmalıydı. 

kollarında baygın olan kızı tek hamlede kucağına alıp arabaya binmişti.

kızı kucağından indirmeden bindiği arabaya rahat bir şekilde kucağına doğru uzatmıştı.

eli ile saçlarını düzeltip kokusunu içine çekti sahi kaç yıl olmuştu...

tam tamına üç koca yıl, 1095 gün sahi onsuz nasıl bu zamana kadar durabilmişti.

duramamıştı her gün, her gece ervasının odasına giriyor odasındaki sandalyede iki büklüm oturup onu izliyordu.

asla ona dokunmamıştı öpmemişti yanağından dahi öpmemişti. eğer öpseydi bu tacize girerdi.

evet biliyordu yaptığı çok yanlıştı ama seviyordu canını onun uğrunda hiçe saymaya bile hazırdı. kendini tıpkı liseli ergenler gibi hissediyordu.

ama ilk kez bu hissinden rahatsızlık duyamamıştı. zaten bu his olmazsa ne anlamı vardı ki yaşamanın.

hep annesi dışında başka bir kadını seveceğini düşünmemişti yada dokunabileceğini. işte hayat ona öyle bir kadın hediye etmişti ki otuz yıllık hayatında ilk kez hayata isyan etmemişti.

hipnotize olmuş bir şekilde kucağındaki kızı izlerken, koruması şoför koltuğuna geçmiş boğazını temizleyerek;  

"eve mi gidiyoruz patron"

yüzündeki tebessümü silen Agah Vurgun kafasını kaldırarak;

"hayır dağ evine gidiyoruz çocuklara söyle tek bir şeyi bile eksik etmesinler ve hizmetçi evi temizlesin koruma sayısını ikiye çıkart ve evdeki tüm çilekleri topla alerjisi var ama yemeden duramıyor"

her şeyi biliyordu Agah Vurgun. sevdiği, sevmediği alerjisi olan her şeyi biliyordu. 

o hiçbir zaman sevmeyi, aşık olmayı cinsellik olarak düşünmemişti. hem nasıl düşünebilirdi ki. insan bir kere sevebilirdi ve o sevgisi sonsuza kadar sürmeliydi onun için.

bir saat sonra

geldikleri dağ evi ile Agah Vurgun ervasını rahatsız etmeden arabadan indirmiş, kucağında ki kız ile eve doğru ilerlemişti.

onu çok mutlu edecekti hemde her şeyden çok.

merdivenlerden çıkıp merdivenlerden yukarıda ki odaya çıkmıştı. önceden hazırladığı odanın kapısını açıp ervasını yavaşça yatağa yatırdı.

ayağa kalkıp ayak ucundaki pikeyi alarak üzerini örtmüş, saçına son kez bir öpücük bırakıp odadan çıkmıştı.

kapıyı kilitlememişti. ervası bu eve değil sadece kalbine tutsaktı ve bir süre onu kendine aşık etmek için uğraşacaktı.

merdivenlerden inip salona geldiğinde kendine bir bardak viski koyup koltuğa oturmuştu. kollarını dizlerine yaslamış, elindeki bardağa bakıyordu.

içkiyi de bırakmalıyım, diye düşündü. ya olur olmadık bir zamanda ona zarar verirsem. işte o zaman düşünmeden kendini öldürürdü.

daha fazla düşünmeden hızla ayağa kalkıp içki şişelerinin olduğu dolaba yöneldi tüm şişeleri tek tek lavaboya döktü.

tüm boş şişeleri bir çöp poşetine koyup kapıyı açarak murata seslendi;

"murat gel koçum bu poşeti yok et ve bir daha asla bu eve yada bizim eve içki girmeyecek. anlaşılmayan bir şey?"

murat hızla poşeti hızla abisinin elinden alıp;

"yok abi aynen dediğin yapılacak"

işte her şey şimdi tamamlanmıştı.

Agah Vurgun ervasını çok mutlu edecekti...

...

merhaba arkadaşlar dördüncü bölümün sonuna geldik.

umarım severek okumuşsunuzdur.

diğer bölüm görüşmek dileği ile.

kendinize iyi bakın.

Gece Güneşi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin