Yeni Lider

2.5K 112 47
                                    

Milattan Önce 350 Bin

Kuraklık başlayalı neredeyse on milyon yıl kadar olmuş, dev sürüngenlerin hakimiyeti henüz sona ermişti. Bu çorak topraklarda dinozorların yokluğunda diğer çelimsiz türler hakimiyet kurma çabasına girmiş lakin herhangi biri galibiyete erememişti. Zaten ileride de anlaşılacaktı ki Afrika'nın bu çorak, kuru toprakları üzerinde büyük olan değil; gelişen ve evrimleşmeyi başaran canlı hayatta kalmaya hak kazanacaktı. 

Bozkır'a dönmüş bu yağmur ormanlarında mağaralarda yaşayan ilk insanlar dediğimiz ilkel canlılar, kesinlikle bu hakkı kazananlardan değildi. Gelişemiyorlardı, hatta nesilleri tükenmek üzereydi. Sürü, alışagelmiş davranışlarından vazgeçmiyor, bulundukları bu verimsiz topraklardan hareket etmeyi bile düşünmüyorlardı. 

Elli kişiden oluşan bu küçük grup, güneşin kavurduğu bir vadiye bakan mağaranın içinde yaşıyorlardı. Lakin vadi, dağlardan yeterli suyu alamadığından içinde ufak tefek birikintiler bulunuyordu. Bu kuru topraklar araziyi önceden oluşturduğu menderesler ile ikiye bölmüştü. Yine de bunlar kabilenin iyi günleriydi. Şayet yazın en sıcak dönemlerinde vadi tamamen kurur ve grup susuzluğun gölgesinde yaşardı.

Öyle ya susuzluğa alışkındılar, açlığa da öyle. Aslen her zaman açtılar, şimdi ise açlıktan ölmek üzere idiler. Gün doğmuş, güneşin ilk ışıkları mağarayı aydınlatırken, mağarada bulunanlar Kabilenin başı olan Kruk'un öldüğünü fark ettiler. Bunu ilk görende Kruk'un ikinci oğlu Zuzkak'dı. 

"Ölmüş." dedi oldukça tek düze bir sesle. Oğlan bu duruma pek de bir üzüntü hissetmemişti doğrusu. Şayet bu vahşi yaşamda hisler sadece kişiyi öldürürdü. Aile ilişkisi ve bağları... Bu ilkel canlıların anlayabileceğinden daha öte bir şeydi. Yine de yerdeki ölü bedene bakmak oğlanda bir takım huzursuz duygulara sebep oluyordu. Huzursuzluk, üzüntünün atası olan en ilkel duygu...

Şimdiyse bu kabileye yeni bir lider lazımdı. Çok da düşünmemişlerdi doğrusu. Babası ölünce direkt en büyük oğlan Kron başı devralmıştı.  Tam o sırada mağara içinde duran iki çocuk açlıktan ağlamaya başlamıştı. Fakat Kron, bu sesin daha fazla yükselmesine izin vermemek için hırlama tarzı bir ses çıkartıp, "Sustur onları!" diyerek onların tam önüne, elindeki sivri sopayı sertçe vurarak susturdu. Bu sayede hem kabile içinde ağırlığını belli etmiş oluyordu hem de yüksek sesin dışardaki aç vahşi hayvanların kabilenin yerini öğrenmesine engel oluyordu. 

Fakat Naddik, çocukların sebepsiz yere ağlamadığını biliyordu. Bu yüzden mağarada sessizce oturduğu köşesinden kalkıp saygınlığını bozarak aynı sinirle Kron'a hırlayarak karşılık verdi, "Onlar aç, Kron!" dedi bir eliyle yerden yiyecek bir şey bulmaya çalışan çocukları göstererek.

 Kron, bu cürete karşılık olarak istese karşısında kendilerinden farklı olan bu garip gence tokat vurabilirdi. Fakat buna bile hali yoktu. Bundan dolayı onu umursamamıştı bile. Belki de daha sonra ilgilenmeyi daha doğru bulmuştu.

Naddik... Evet, bu mağarada bulunan diğer canlılardan farklıydı. Daha insansıydı ve daha akıllıydı. Çevresini merak ediyordu, bir şeyler yapmak istiyordu. Sadece hayatta kalmak için yaşamak ona göre değildi. Görünüşte de farklıydı. Misal diğerleri gibi kararmış teni yoktu. Güneşe düzenli olarak çıksa bile kararmaz tam tersi kızarır, daha sonra eski rengi olan beyazlığa geri dönerdi. Belki de onun bu mağaradakilerle tek ortak noktası siyah saçlarıydı.

Kimse onun nereden veya nasıl geldiğini hiç anlamamıştı. Eski reis olan Kruk, Naddik'i henüz bebekken sığ suda balık avladığı sırada birikintinin kenarında öylece ağlarken bulmuştu ve onu tereddüt bile etmeden kabilesine üye olarak katmıştı. Nedendir bilinmez ama Kruk, bu çocuğun hayatlarında pek çok şeyi değiştireceğine inanmıştı. Bu yüzden onu arkasında bırakamamış, kabilesinde bulunan bir anneye yetiştirmesi için vermişti.

Hava, dışarı çıkacak kadar aydınlanmıştı. Zuzkak, büzüşmüş cesedi dışarıya sürüklemek için kalktığında Naddik de ona yardım için yanına gelmişti. Naddik, Kron'un aksine ikinci oğul ile daha iyi anlaşıyordu. Zuzkak da öyle. Bu oğlanla anlamadığı şekilde iyi anlaşıyor ve belki ileride ölen o olsa içinde bir takım hiç de tanıdık olmayan acı hislerin bile ortaya çıkacağını düşünüyordu. Kısaca ikisi de bu arkadaşlıktan memnundu. Bir kişi hariç... Kron.

Kron, kendi türü içinde neredeyse bir  devdi. Boyu yaklaşık bir yetmiş metreydi. İyi beslenmemesine rağmen atmış beş kilo kadardı. Vücudu yarı maymun yarı insan gibiydi ancak kafası maymundan çok bir insana benziyordu. Alnı hafif basık ve gözlerinin altında da yorgunluğun vermiş olduğu çizgiler vardı. Yine de insanoğlunun genetik özelliklerini taşıdığı apaçık ortadaydı. Hiç gelişmemiş gibi gözükse de aslen o da Naddik gibi, gözlerinde zekanın ışığını taşıyordu. Şayet lider olarak babasının aksine o, kabileyi aynı yerinde tutmak yerine savaşmayı ve ilerletmeyi düşünüyordu. 

Zuzkak ve Naddik, cesedi dışarıya doğru sürüklemeye başladılar. Ardından Zuzkak, Naddik'in yardımı ile cesedi omzuna atıp doğruldu. Böyle götürmek kesinlikle daha hızlı olacaktı. Öyle ya, bu dünya üzerinde böyle bir hareketi yapabilecek tek canlılardı mağara adamları.

Dışarıda herhangi bir tehlike belirtisi yoktu. Zuzkak, sırtındaki yükle mağaranın önündeki dik yamaçtan inmeye başladı. İlerlerken biraz sendelese de Naddik'in destek olmasıyla hemen kendini toparlıyordu.

Kron da etrafta tehlike olmadığına kanaat getirince eliyle mağarada oturan diğer kabile üyelerine dışarı çıkmaları için işaret verdi. Bütün kabile, sanki Kron'un iznini bekliyor gibi mağaralarından çıkıp sabah içecekleri için çamurlu nehre doğru ilerlemeye başladı.

Bir mağara adamı hikayesi yazmayı hep istemişimdir ama iyi olur mu bilmiyorum🥲 umarım beğenirsiniz... Kurgu nasıl ilerleyecek hiçbir fikrim yok. Allah ne verdiyse mantığı gidecem hehe

Ve okuduğunuz için teşekkürlerr*-* oy verip yorum yapanlara ayrı teşekkürler😄❤️

Mağara AdamıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin