"Çok içtin Harhar," diyerek uyardı Naddik, koyu turuncu kürkünün yanında siyah çizgilere sahip hayvanın, huş kabuğundan yapılmış kabın dibindeki son suyu damlalarına varana kadar yalarken.
Soğuyan havayla beraber ilk kar da düşmüştü. Nehir ince bir buz tabakası ile kaplanmış, Naddik kendilerine su yetirebilmek için sürekli içeriye kar taşıyıp erimesini beklemek zorunda kalıyordu. Normal olarak bu kaplanın, ayağa kalktığında 2 metreye ulaşan boyuna bakıldığında mağaradaki çoğu şeyi tüketeceğini farkındaydı.
Kaplan 20 santimlik keskin dişleri arasından bir nefes verdi ve burnunu kabın içine tekrardan soktu. Naddik güldü. "Çok su istiyorsan, nehre gel." onunla sürekli konuşmak Naddik için bir alışkanlık haline gelmişti.
Naddik istese sadece sık kullandığı jest ve mimiklerle de pek ala iletişim kurabilirdi ama Kaplanın onun konuşmasına bir şekilde hırlayarak ya da tavırlarıyla cevap vermeye çalışması, Naddik'in sesli konuşmak istemesine sebep oluyordu.
Kendi kabilesindeyken gençlerle birbirlerinin anlamsız davranış ve seslerini taklit etmek aralarında bir oyun haline gelmişti ve zamanla bunlardan bazıları anlam içermeye başlayarak kelime haznelerine eklenmişti.
Fakat şuan bu hayvanla konuşurken daha karmaşık ve fazla konuşmaya özen gösteriyordu. Onunla bir şekilde iletişim kurmaya çalışıyor, hatta birtakım heceleri birleştirerek hayvanların sesini bile taklit ediyordu.
Naddik, kışın gelmesiyle donmamak adına kendini, topladığı kürklere sarmış, ilk defa bir kıyafet denemesi yapmıştı. Daha doğrusu bunu yapmaya mecbur kalmıştı. Mızrağını ve derin kaplarından da bir kaç tane alıp yola çıktı. "Haydi Harhar!" diyerek kaplanı çağırdı.
Genellikle yalnız dolaşmayı tercih eden ve nadiren kendi türüyle bir araya gelen hayvanlardan olan Kılıç diş, Naddik ile bir şekilde anlaşabiliyor ve oğlanın kendisine seslendiğini anlıyordu. Naddik'in arkasından mağaradan çıkıp patikadan aşağıya indi.
Naddik, nehrin üstünde kırılabilir gözüken yerleri tespit edip üstteki ince buz tabakalarını kırdı. Genç oğlan, kırdığı buzun altından kaplarını su ile doldururken Kaplan da kendi su ihtiyacını bizzat buradan karşılıyordu.
Ardından ikisi de tekrardan içeriye girip Kaplan kurutulmuş etlerden kemirmeye, Naddik ise gününün devamını bitiremediği mızrakları tamamlayarak geçirmek istedi. Fakat canı hiç istemiyordu.
O bozkırlara çıkmak istiyordu. Uzun zamandır mağarası ve çevresinden ayrılmıyordu ve canı avlanmak istiyordu. Tavşan veya sıçan değil. Daha büyük şeyler istiyordu. Naddik bir süre mağaranın içine baktıktan sonra arkasını dönüp tekrardan çıktı. Onu gören hayvan da aynı şekilde Naddik'i içgüdüsel olarak takip etti.
Naddik, arkasından gelen hayvanı görmüştü fakat buna ses etmedi. Sonuçta onun dışarıya çıkma özgürlüğünü kısıtlayacak değildi. İlginç bir şekilde zaten Kaplanın kendisinin yanından ayrılmayacağını biliyordu.
Kılıç diş, mağaradan bozkırlara giden yamaca çıkıp Naddik'i takip etti. Tepeye vardığında, rüzgar onu dondurmak istercesine esti. Naddik tepeye ulaştıktan sonra etrafına bakınmak için doğruldu.
Yazın, yemyeşil ve bereketli olan bu topraklar şimdi kuru ve donmuş bir bozkır haline gelmişti. Bununla beraber at sürüsü de daha sıcak bölgelere göç etmek için, en azından ilkbahar gelene kadar, vadiyi terk etmişti.
Naddik, düşünceler içine dalmışken rüzgarda savrulan kuru kar oğlanın yüzünü yakıyordu. Naddik başını eğerek, kuru, kırılgan otların arasından kuzeydoğuya ilerlemeye başladı. Fakat bu soğuk ve kuru hava Naddik ilerledikçe boğazını kurutuyordu. O an burada ne yapıyorum diye düşünmekten kendini alıkoyamamıştı.
Şayet kendisi de havanın bu kadar soğuk olabileceğini kestirememişti. Kaplan rahattı çünkü kalın postu onu herhangi bir soğuktan korumaya yetiyordu ama kendi bedenini koruyabileceği kalın bir postu henüz yoktu. Şuan elinde olan en kalın post üzerindeki kısrağın kürküydü.
Naddik tam geri dönmek için hamle yapmıştı ki, gördükleriyle bir an için şiddetli soğuğu unutarak olduğu yerde kalakaldı. Vadinin karşısında küçük bir mamut sürüsü, koyu kızıl-kahverengi tüyleri uzun ve kıvrık dişleriyle hareket halinde hantal hantal yürüyorlardı.
Bu ıssız ve soğuk yerler onların eviydi ve onlar için bir hayat kaynağıydı ama böyle bir habitata uyum sağlayarak başka ortamlarda yaşama yeteneklerini yitirmişlerdi. Hal böyle iken onların ömrü, buzullar eriyinceye kadar olacaktı.
Naddik, büyülenmiş bir şekilde bakarken aralarında yaklaşık 90 santimetre kadar olan yavruyu da görmüştü. Bu yavru adeta ona bir işaret gibiydi. Kaplan da avcı içgüdüleriyle kendisi için güzel bir et deposu olan hayvanı fark edince sürüyü takip için vadiden inip araziye kuru uzun otların arasına saklandı ve izlemeye başladı.
Naddik de kaplanı sessizce ama hızlı adımlarla takip edip aynı pozisyonda pusuya yattı. Ardından Kılıç dişi izlemeye başladı. Avına pür dikkat odaklanmış keskin bakışları, pençeleri atılmak için hazır vaziyette beklerken ağzında hafif kavisli 20 santim dişleri ile bu erken yetişkinlik dönemindeki hayvan olağanüstü derecede korkunç gözüküyordu. Naddik, onunla aynı tarafta olduğuna minnettardı.
Mamutlara biraz daha yaklaştıklarında, Naddik yavruya daha dikkatli baktı. Küçük olduğundan sürünün hızına yetişmekte güçlük çekiyor koşmak zorunda kalıyordu. O an Naddik, Kaplanın ne yapmak istediğini biliyordu.
Kendisinin neredeyse iki metreye kadar uzayabilen boyuyla o yavruyu kapacaktı. Atılmak için fırsat kolluyordu lakin Mamutlar, vahşi doğada baskın olan bu türün varlığını sezmiş gibi bakışları pustukları yere kaymışken Kılıç diş, aynı hızda yerinden fırladı.
Naddik, tam vakti olduğunu düşünürken kendisi de eline aldığı mızrakla kendisinden kat kat büyük hayvanın arkasından koştu. Dikkat çekmek için hayvanın görüş açısına girip yönünü değiştirmeye çalıştı. Amaç bir şekilde anneyi yavrudan ayırmaktı. En azından Kılıç diş yavruyu sürünün içinden kapıp uzaklaştırana kadar.
Ardından elindeki ilk mızrağı anneye atıp onu öldürmese bile canını yakıp koşturmasını sağladığında Kaplan da bu mızrağı bir işaret gibi almış, direkt olarak yavruya doğru koşmaya başlamıştı.
Anne ise dikkatini bir anlığına yavrusundan ayırıp Naddik'e vermiş tam onun arkasından koşacakken yavrusunun tiz çığlığı o iri kulaklarına dolmuştu. Fakat artık çok geçti. Kılıç diş yavruyu sürükleyemese bile boynuna geçirdiği sivri dişleri ile yavru ölmüştü.
Kaplan mamutun kendisine dönmesiyle öldürdüğü yavruyu bırakıp tekrardan tepelere kaçarken Naddik de bu anın fırsatıyla aynı şekilde oradan uzaklaştı. Şimdi ikisinin de tek yapması gereken annenin, ölen yavrusunu orada bırakıp gidene kadar beklemekti.
Anne, yerde yatan yavrusunu görünce ilk başta afalladı. Kalkması için yavruyu hortumuyla dürttü. Sonra, kafasını toplamaya çalışıyormuş gibi, başını bir o yana bir diğer yana çevirdi. Yavrusunu tekrardan dürttü ama karşılığında hiçbir hareket alamadı.
Bir kaç mamuttan oluşan sürü Annenin yanına gelip kendilerine has çağrı sesini yaptıklarında acı çektiği belli olan mamut da sürüsüne bir içgüdüyle katılmış, ilerledikleri yöne kuzeye doğru gitmeye devam etmişlerdi.
Arada arkasını dönüp hala yavrusuna bakarken Naddik ve Kaplan, soğuktan uçuşan kar taneleri arasında sürü kaybolana değin onları izledi. Sonrasında bir zafer kazanmış edasıyla Kaplan'ın öldürdüğü yavruya doğru ikisi de koştular...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mağara Adamı
Historical FictionMilattan Önce 350 bin... Bu bir Mağara Adamı hikayesidir. (BxB) #1 tarihöncesi #3 Tarihikurgu