Kron, daha fazla oyalanmadan dikkatini toparladı ve kendisine zamp gibi yapışan çocuğu yere yayılmış kürke doğru itti.
Onu oradan kurtarmıştı lakin bir sorunu olup olmadığını anlayamıyordu. Bu yüzden bir eliyle kabilenin şifacısını yanına çağırıp korkudan öylece kalmış çocuğu kontrol etmesini istedi. Bu ilk yardım veya kontrol oldukça ilkeldi. Naddik'in tüm vücudunu, görünürde bir yaralanma var mı diye kontrol etmişti ardından hiçbir şey göremeyince Kron'a dönüp her şey yolunda manasında sesler çıkartıp kabilenin diğer üyelerini de kontrol için yanlarından ayrıldı. Şayet, şifacı henüz açıkta herhangi bir yara görmediği sürece diğer görünmeyen hasarlara bir şey yapma kabiliyetinde değildi.
Kron, yerde hala korkmuş bir şekilde oturan çocuğa umutsuz bir şekilde baktı. O an kendisine ağlamaklı bir şekilde bakan genç hiç beklemediği bir şey yaptı. Naddik, Kron'un kurutulmuş antilop derisinden yapılmış kıyafetinin ucundan bir elinin parmaklarıyla nazikçe kavrayıp önünde başını eğdi. Bu tıpkı teşekkür ediyorum ya da sana minnettarım demek gibiydi. Oysa o an anlaşılan tek şey Naddik'in Kron'un üstünlüğünü kabul etmesiydi. Kron bu hareket üzerine gururlu bir şekilde hafifçe gülümsedi ve elini Naddik'in başına koyarak, "Supay" dedi. Sesi öfkeli değildi, bu da onu yaptığı hatalı hareketlere rağmen affettiğini gösteriyordu.
Her şeyin yolunda olduğuna kanaat getiren Kron bu seferde Zuzkak ve diğerlerine neden orada öylece durduklarının hesabını sormak için arkasını döndü. Yüz ifadesi ise bir kaç saniye öncesine nazaran sakinliğin aksine sinirli bir şekilde kasılmıştı.
Sinirle yüzü gerildi. O an mağaradaki diğer erkekler durumun ciddiyetini anlamış korkuyla her biri farklı farklı köşelere sinmişti. Kron'un suratını asmasıyla sarkan altdudağı da onun bu korkunç haline büyük bir uyum sağlıyordu. Mağaranın içinde ihtiyatla ortalara doğru ilerledi.
Yürürken belden öne doğru eğiliyordu, hatta öyleki attığı her adımda vücudu bir o yana bir bu yana hafifçe bükülüyor, ellerinin parmak eklemleri yere değiyordu. Hatta koşarken dört uvzunu bile kullanabiliyordu.
Normalde kabile ve Naddik bu şekilde koşmakta veya yürümekte zorlanıyordu. Bu da Kron'un, atalarından aldığı genleri hala baskın bir şekilde kendinde tuttuğunun kanıtıydı. En azından çok daha uzak atalarının... Evrim içinde gelişmeyi reddeden, daima çevresinden her zaman geri kalacak bir halka... İşte, Kron'u korkutucu kılan da buydu. Herkesi ondan çekindiren ve korkutan şey onun bu ilkelliğiydi.
Kron, etrafında bir korkak gibi saklanan kabile erkeklerine baktı. Alevli gözleriyle adeta öfkesini kusuyor gibiydi. Fakat hemen ardından mağaradan hiç düşünmeden çıktı, gitti. Bu durum karşısında herkes şaşırmıştı. Normalde Kron en azından bir kaç kişiyi dövmeden konuyu kapatmazdı. Bir kaç meraklı göz mağaranın girişine doğru yönelip aşağıya baktı.
Kron, ellerine doldurduğu taşla ayaklarından bir kuvvetle tekrardan mağaraya tırmanırken gördüler onu. Meraklı tipler bu manzarayla tekrardan kaçmaya fırsat bulamadan Kron, mağaranın girişine ulaşmış, acımasızca kabile erkeklerine taşları fırlatmaya başlamıştı.
Taşları öyle kuvvetle atıyordu ki, birisine yanlışlıkla isabet etse o kişinin kafasını kesinlikle kanatabilirdi. Bu taşlardan kaçamayanlar da vardı. Aldığı darbe ile; derileri yırtılan, üstlerinde bulunan tüyleri yolan son derece acımasız çiziklere maruz kalanlar oldu. Acıdan bağıran her ses ve sağa sola kaçışan tipler Kron'u daha da sinir ediyordu ve yere düşen taşları tekrar alıp bir hırsla tekrardan fırlatıyordu. Kron, "Kaçma!" demek için bazı ilkel sesler çıkardı.
Kron'un amacı erkeklerin kaçması değil kendilerine karşı koymasıydı ama hiçbiri bunu yapmıyordu. Sinirlenmiyorlardı ya da karşılık vermeyi düşünmüyorlardı. Tek yaptıkları kaçmaktı.
Naddik ise kızmaya başlamıştı artık. O da kendince ,Kron kadar olmasa da, sinirli birisiydi. Kendine göre bir cesareti vardı. Yerinden kalktı ve kabile erkeklerine umarsızca taş atan Kron'u tam yeni bir hedef bulmuşken durdurup taşı atacağı kolundan tuttu.
Ama Kron, öyle güçlüydü ki onu mağaranın ucuna kadar sürükledi. Uzun koluyla kendini tutan ellere uzandı ve tırnaklarıyla gencin derisini yırtarak acıyla geri çekilmesine sebep oldu. Fakat Naddik pes etmeyince bu sefer daha da sert davranarak omzuna acı veren bir darbe indirdi.
Diğer erkekler ise bu durum karşısında sadece kaçmaya devam ediyorlardı. Naddik, etrafta bir sopa aradı ve aradığını da bulmuş, eline bir, on yirmi santim boyunda kalın bir dal parçası aldı. Kron'a durması için fırlattı. Tabii bu ona zarar vermedi ama yüzünde acımasız bir gülüşe sebep oldu.
Kron'un sesi bir anda yükselerek meydan okurcasına çocuğa doğru kükredi. Ardından bulduğu taşları bu sefer ona doğru fırlatmaya başladı.
Naddik, kendisine gelen bu darbelerle siniri iyice artarken o da aynı şekilde, kendi tarafına düşen taşları alarak Kron'a fırlattı. Artık içinde en ufak bir korku kalmamış, duvardan dahi söktüğü orta halli kaya parçalarını fırlatmaya başlamıştı. Hatta bir tanesi Kron'un tam suratına gelmiş, onun sendelemesine sebep olmuştu. Alnından aldığı yarayla yüzünden kanlar akıyordu.
Kron, ilk başta şaşırmış bir şekilde elindeki taşları yere bıraktı. Daha sonra elleriyle gözlerinin üzerine doğru akmış kanı temizledi ve Naddik'e baktı. Ardından sanki daha yeni birilerini taş yağmuruna tutmamış gibi bir anda sakinleşmiş bir şekilde arkasını döndü ve mağaradan ayrılarak ansızın yine ortadan kayboldu. Tekrardan gelmedi.
Olaylara seyirci kalan kabileden bu sefer büyük bir bağırma ve haykırış sesleri yükseldi. Birisi, herkesin korktuğu Kron'a karşı gelmiş, üstüne üstlük onun da kanayabildiğini göstermişti. Kabiledeki herkes, en zayıf kişinin bile savaşmayı seçtiği sürece kazanabileceğini artık biliyorlardı.
Tek bilmedikleri, kabile üyeleri cesaretlensin diye Kron'un mağarayı bilerek terk ettiğiydi. Bir yandan indiği su kenarında yüzündeki kanı temizlemekle meşgulken bir yandan da mağaradan işitilen sevinç çığlıklarını gururla dinliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mağara Adamı
أدب تاريخيMilattan Önce 350 bin... Bu bir Mağara Adamı hikayesidir. (BxB) #1 tarihöncesi #3 Tarihikurgu