Güne deprem haberiyle uyanmak beni gerçekten çok üzdü. Ve evlerin deprem altyapısına uygun bir şekilde hazırlanmayıp pek çok can kaybına sebep olmasına ayrı üzgünüm... Umarım herkes iyidir.
Ölenler içim başımız sağolsun.
Geçmiş olsun Türkiye
_________________________________________Kaplan yorgunlukla gözlerini açtığı sırada bedeninin üstünde soğuk bir dokunuş hissetti. Ürken hayvan yaralarına dokunmaya çalışan şeye saldırmak için tam güçlü çenesini aralayacaktı ki bunu yapamadığını fark etti. Çünkü Naddik, hayvan uyurken ağzını yaprak lifleriyle kat kat sıkıca sarmıştı ki o yarasıyla ilgilenirken kendisi olası bir yara almasındı.
Hayvan bulunduğu bu pozisyonla sinirleniyordu, kendini küçük düşürülmüş hissediyordu.
Naddik, yaranın üstünü bulduğu şifalı otlarla kapatırken işi bitmiş usulca geriye çekilmişti ve hayvanın kendisine attığı öldürücü bakışlarını seyretti.
Ardından ayağı kalkıp, kaplana sanki anlayacak gibi, dün gece olanları açıklamaya çalıştı. "Sen vurdun!" Dedi ellerini bir kaplanın pençesi gibi yaparak onu taklit ederken. Hemen sonra elleri mızrak tutuyormuş gibi şekil alıp bir anda arkasını dönüp savurdu. "Ben vurdum." Hayvana bir tiyatro gösterisi düzenliyordu sanki.
Kaplan ise yaşadığı ani kan kaybının verdiği halsizlikten hareket bile etmiyor, oğlanın bu anlamsız hareketlerini öylece izliyordu. Ağrıları da hazır azalmışken kızmak için enerji sarf etmek istemiyor sadece ağzı bağlı bir şekilde olduğu yerde uzanıyordu.
Naddik, durumu ona açıklamak için olağanüstü bir çaba sarf etmesine rağmen ondan hiçbir tepki alamayınca hayal kırıklığı ile geri yerine oturdu ve kış için erzak hazırlamaya devam etti.
Dolunay çıkıp yıldızlar gökte parladığında, Naddik hala etleri ince parçalara ayırıyordu. Bunları havalar hala sıcakken kurutmalıydı. Bunun yanında at, tavşan, sırtlandan aldığı kürkleri de ayıklamış rulo haline getirip hepsini daha sonra yıkayıp yerleştirmek için kenara ayırmıştı.
Ardından meyveleri de kurutmak amacıyla onları dizmeyi düşündü fakat bir tanesine elini attıktan sonra fikrini değiştirdi. Bugün zaten hem kaplana bitki aramak hem de kendi işlerini yapmaktan yorgun düşmüştü.
Bu yüzden onları da sabah yapabileceğini düşündü ve ilk başta hayvanın uyuyup uyumadığını kontrol etti daha sonra kendisi de bu vahşi hayvan geldiğinden beri yanından ayırmadığı mızrağını elleri arasında sıkı sıkı tutup başka bir köşede dinlenmek için gözlerini kapadı.
___________________________________Yeni bir günün başlamasıyla Naddik gözlerini açtığı anda hemen biraz ilerisinde kendisine dik dik bakan kaplanla karşılaşması bir olmuştu.
Fakat onu görmeye şu iki günde alıştığından ilk günkü gibi tepki vermemiş sadece onu ürkütmeden olduğu yerde elinde sıkı sıkı tuttuğu mızrağı ile doğrulmuştu.
Naddik, ilk başta Kaplanın yarasını uzaktan inceledi ardından açık yaranın üstüne örttüğü tavşan kürkünü yenisiyle değiştirdi. Bu sırada Kaplan ise Naddik bunu yaparken hala gücünün yerinde olduğunu belli etmek istercesine hırlıyor başka da bir şey yapmıyordu.
Daha sonra günlük rutin işlerini yapmak amacıyla dışarıya yöneldi ve ağrı kesici etkisi olan huş ağacı kabuğundan bulup dereden de biraz su alarak mağaraya geri döndü.
İlk başta kendisi günlük su ihtiyacını karşılarken, hemen on beş adım ilerisindeki kaplanın da ağzındaki bağdan dev gibi patileriyle kurtulduğunu görmüş, hayvan kendisini ve yarasını yalayarak temizlerken bakışları su içen oğlana kaymıştı.
Naddik, ağzındaki bağdan kurtulan kaplana baktı. Onun ne istediğini anlamış olacak meşe ağacından yaptığı kabın içinde ilk başta huş ağacı kabuklarını ezip ardından suyla karıştırdı ve karşısında kendisini her an parçalama ihtimali olan hayvana dikkatli bir şekilde yaklaşmaya başladı. "Aile." Dedi Naddik elinde tuttuğu kaptan içiyormuş gibi yapıp.
Kılıç diş, ağzı bağlı olmayınca sivri dişlerini daha rahat göstererek hırlıyor, bakışlarını önüne bir kap dolusu su koyan çocuktan o yanından uzaklaşana kadar ayırmıyordu.
Naddik, hayvanın önüne tam su kabını koymuştu ki Kılıç dişin bir anda kükreyerek ayağa kalkacakmış gibi hareket etmesiyle mağaranın öbür ucuna koştu. "Tamam aile değil." diyerek olduğu yerden fırladı ve tekrardan kurutma işleriyle ilgilenmek için dikkatini hayvandan çekti.
İkisi de birbirine karşı oldukça dikkatli ama tehditkar değillerdi. En azından Naddik değildi. Naddik, hüzünlü bakışlarla bir yandan meyveleri ayırıyor bir yandan da sitem ediyordu. "Sana zarar vermedim"
Kılıç diş, suyunu içtikten sonra kendisine tavır alan çocuğu umursamadan mağaranın girişinden gökyüzünü seyretmeye başladı. Ağrıları, çocuğun sürdüğü ilaçlarla azalmıştı. Şimdi sadece gücünü toplaması gerekiyordu. Bunun için de yemeğe ihtiyacı vardı.
Hayvan, tekrardan Naddik'in olduğu tarafa baktı. Çünkü dün onun bir takım taze etleri parçaladığını görmüştü.
Naddik ise üstündeki bakışları hissederken usulca kafasını yaptığı işten kaldırdı ve dişlerini yalayıp kendisine açlıkla bakan hayvanla göz göze geldi.
Bir an huzursuzlukla yerinde kıpırdandı fakat daha sonra ne istediğini anlamış gibi güneş alan yere dizdiği etlerden bir kaçını kapıp mızrağının ucuna yerleştirdi ve gözü etlerde olan hayvana doğru bir mızrak boyu mesafesinden eti uzattı.
Kılıç diş ilk başta tereddütle mızrağın ucunu baktı ve etleri kokladı. Onun için yeterince tazeydi. Hayvan, kocaman ağzını açıp üst üste dizilmiş üç eti de birden afiyetle midesine indirdiğinde Naddik gülümsemişti.
En son kabilesiyleyken onlardan birini taşlıyordu şimdiyse iyileştirip besliyordu. Bu düşünce onu mutlu etmişti ama bu hayvan çok yiyordu. Bu da demektir ki Naddik yemek olmak istemiyorsa gün içinde daha fazla et bulmalıydı. En azından o iyileşip mağarasından gidene kadar.
Genç oğlan, huş ağacından yaptığı bir kapta suyla karıştırıp lapa haline getirdiği karışımla suyunu içip, yemeğini yiyen hayvanın yaralarını kontrol etmek için yanına yaklaşmak istedi.
Kaplan ise dışarıyı seyrederken kendisine yaklaşan bir şeyin varlığını hissetmiş olacak, bakışlarını içeriye çevirdi ve bir kap içinde kendisine getirdiğini düşündüğü şeylere baktı.
Tepki vermedi ama Naddik kabın içinden eline aldığı karışımla yarasına yaklaşınca hırlama şeklinde bir ses çıkardı.
Fakat Naddik, bu tehditkar havaya karşın elini geri çekmedi ve son iki günde daha iyi olan yarasının üstüne hazırladığı otları ona dokunmadan döktü. "İyi oldu." dedi artık hırlamayı bırakıp öylece başını indirmiş bir şekilde yatan hayvana.
Naddik, onun bu hareketini oldukça tatlı bulmuştu. O bir kediydi, belki büyüktü ama kediydi ve ne zaman böyle uysal durup o koca dişleri barındıran ağzını açmasa esasen oldukça sevilesi duruyorlardı diye düşünmekten kendini alıkoyamamıştı.
Arkaya doğru ilerleyip bir et daha aldı ve başını yana eğmiş bir şekilde oturan hayvanın yanına gitti. Eti önüne koydu ve ilk başta koklayıp daha sonra afiyetle yiyişini seyretti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mağara Adamı
Ficción históricaMilattan Önce 350 bin... Bu bir Mağara Adamı hikayesidir. (BxB) #1 tarihöncesi #3 Tarihikurgu