Naddik, ulaştığı boğazın dik kayalık yamacından dikkatli bir şekilde aşağıya indiğinde gece olmuş, gökyüzünde yıldızlar önünü aydınlatıyordu.
Ardından indiği açıklıkta bir şerit halinde akan nehrin yanına serinlemek için gidip su içti. Geceyi arkası kayalarla kapalı olan bu vadide geçirmek için bir oyuk aradı.
Çok geçmeden fazla da derin olmayan bir girinti bulmuş içine girerek önünü de kuru dal ve otlarla kapatarak kendini uykuya teslim etmişti.
Aradan fazla bir vakit geçmemiştiki Naddik, gecenin karanlığını gündüze çeviren ışık ve her yeri yıkıp geçen şiddetli bir sesin gelmesiyle korkuyla yerinden sıçradı.
Kalbi hızlı hızlı çarpıyordu. Doğruldu ve oyuktan kafasını çıkartıp ovaya doğru bakmaya başladı. Bir çatırtı sesiyle çabucak yerinden fırladı lakin ardından parlayan ışıkla ilerleyemeden tekrardan doğruluğu yere geri sindi.
Işık hemen 50 adım kadar önündeki bir çam ağacına çarpmış onu ikiye bölmüştü.
Naddik bu manzarayla korkudan o küçücük oyuğa biraz daha sindi, sıcak sıcak akan gözyaşları ise üşümüş olan yüzünü ısıtan tek şeydi.
Daha sonra bir gök gürültüsü daha oluştu boşlukta derken hemen ardından bir tane daha yer yüzünü inleten sesiyle yıldırım gibi inletti. Korkunç bir gümbürtüyle birlikte siyah olan gökyüzü ürkütücü bir biçimde aydınlanıyordu.
Korkuyordu. Gök gürültüsünden olduğu kadar, fırtınanın kendisine getirdiği soğuktan da içi titriyordu. Onu koruyacak hiçbir şey yoktu. O an anlamıştı aslında korkusunun sebebini.
Tek olmaktı. Kimse yanında yokken gecenin bu karanlığında her şeyle tek başına yüzleşmek onu korkutuyordu...Naddik, bu fırtınaya ve gök gürültülerini aldırmamaya çalışarak kollarını bedenine sıkıca sardı. Gözlerini de sımsıkı kapatarak olduğu oyuk içinde uyumaya çalıştı.
Gece ilerledikçe de fırtına azalmış ve Naddik, sonunda uykuya dalmıştı.
__________________________________Kuşlar, sabahın erken vakitlerinde gökyüzünü cıvıltılarıyla doldurdular. Naddik, oyuğun önünü kapatan kuru dal ve çalıları kenara itti ve mutlulukla etrafına bakındı.
Yağmurdan hala ıslak yemyeşil vadi, sabah güneşiyle parıldıyordu. Gözü şuanda olduğu, nehrin yukarısındaki kayalık kıyıya takılmıştı.
Bir vadinin tepesinde yüksekçe bir tepe ve tepenin ortalarında da bir oyuk vardı. Bu bir mağara olabilir mi diye düşündü Naddik.
Yerinden usulca çıkarken gözünü kestirdiği kıyıya doğru yürüdü fakat dikkati, akşamki yağmurun toprağın üzerine çıkardığı solucanlara ve böğürtlen kaplı çalılara kaydı.
Naddik, bu böğürtlenlerin ne kadar da büyük olduğunu düşündü. Çalıya doğru gitti ve bir avuç sulu, tatlı böğürtlenlerden toplayıp hepsini yedi. Bu onun sabah kahvaltısı olmuş, karnı doymuştu.
Şimdi oradaki mağarayı incelemeye gidebilirdi. Naddik, heyecanla nehrin taştığı dönemlerde çağlayan sulara engel olan duvar gibi iç kavisine doğru çıkıntı yapan yere baktı.
Bu bölmedeki su seviyesi geçmek için yeterince alçaktı. Yukarıya doğru dikkatle çıkarken eğim o kadar da fazla olmadığından zorlanmamıştı.
Vadiye açılan kıyıdan çıkmayı başardıgında ise gördüğü manzara ile Naddik resmen büyülenmişti.
Kuzeydeki tepeden gelen rüzgarların dalgalandırdığı otların bulunduğu geniş, bereketli bir vadi onu karşılamıştı. Ortasına yakın bir bölgede de bozkır atlarından oluşan bir sürü otluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mağara Adamı
Fiction HistoriqueMilattan Önce 350 bin... Bu bir Mağara Adamı hikayesidir. (BxB) #1 tarihöncesi #3 Tarihikurgu