05

1.2K 128 181
                                    


14.09.2022



////



Jeon Jennie,

"Çıkmamıza kaç dakika kaldı diye sorsam acaba?"

Kısık sesle, yanımdaki tasarımcı meslektaşıma sorduğum soruyla beraber, kadın, elindeki kalemi imalı bir şekilde masaya bıraktı ve sinirli olduğunu gözlerinden dahi anladığım yüzünü bana çevirdi.

"Jennie Hanım, beş dakika önce de sorduğunuz gibi, yine aynı şekilde cevap veriyorum: altı buçukta paydos ediyoruz." dedi kadın, sabırlı ama sabrının sonunda olduğunu anlayabildiğim sesiyle. "Bana beş dakikada bir kaç dakikanın kaldığını sormak yerine, biraz çizim yapmaya ne dersiniz? Sadece yarım günlüğe burada olmanıza rağmen oyalanmaktan ve bana bir şeyler sormaktan başka bir şey yapmadınız. Rica ediyorum ya susup beni rahatsız etmeyin ya da kendinizi çizime verin.''

Kadının konuşmasıyla - pardon beni terslemesiyle kaşlarımı çatıp, ona gözlerimi kısarak baktım. Aslında sonuna kadar haklı olması nedeniyle bu tavrı takınmamda çok bir hakkım yoktu ama yine de kendime engel olamadım. Oturduğum sandalyeyi ondan uzaklaştırdım ve, ''Aman iyi be, bir şey sormaya da gelmiyor size,'' diye çirkefleştim. Benim söylenmemi duyan çok sevgili meslektaşım, hiç bana bakmayıp sinirle bir nefes verdikten sonra işinin başına döndü.

Sanırım Taehyung, iş arkadaşlarınla iyi anlaşmalısın, derken çok da bundan bahsetmiyordu ya.

Ay o da, sanki daha önce hayatımda iş arkadaşı mı görmüştüm de, nasıl davranacağımı bileyim?

Hayatımda yalnızca Yuta, Joohyun ve Sehun'a nasıl davranacağımı biliyordum ben?

Sıkıntıyla saçlarımı geriye atarken, fazla çaktırmamaya çalışarak çevreme bakındım: burada toplam on dört kişi vardı, ki sadece dört kişisi erkekti. Yediye yedi olacak şekilde bölünmüştü ve iki grubun başında da ayrı baş tasarımcısı vardı: Kim Taeyeon'un takımı ve Kim Hyuna'nın takımı. Ben, Bayan Hyuna'nın takımındaydım. İkisi arada bir yanımıza gelip birkaç kontrol yapıyor, eksiklerimizi söylüyor ve türlü türlü önerilerde bulunuyorlardı. Kim Hyuna'nın, daha yanımıza ilk kez gelmesiyle benden nefret ettiğini anlamıştım. Diğerlerinden daha sert davranıyor ve sesini epey bir yükseltiyordu. Eh, bunda, çalıştığımız şirketin sahibinin kızı olmamda bayağı bir etkisi var gibiydi.

Altında çalıştığım baş tasarımcının benden nefret etmesi bir yana, karma olarak geride kalan on üç kişi de benden nefret ediyordu: buraya torpille girdiğimi düşünüyorlar -ki bence de öyleydi- en azından bu tasarımcılık işlerinde beceriksiz olduğumu yansıtıyorlardı.

Bu arada öyle modadan ya da tarz sahibi olmaktan  uzak bir insan da değildim. Her dönem sevdiğim markaların yeni çıkan sezonlarını incelemeye bayılır, saatlerce elbiselerin kıyafetlerin arasında gezinirdim. Eh, ufaktan bir çizim yeteneğim de vardı ama sıkıntı şuradaki, ben tasarımcı filan olmak istemiyordum.

Burada olmayı benden daha çok hak eden insanlar vardı.

Mesela Joohyun.

O, burada olmayı benden daha çok hak ediyordu bence. Los Angeles'dayken buranın okulunu okumuştu, moda zekası, 'ben tasarımcıyım' diye geçinenlerden bin kat daha kuvvetliydi. Onun gibi biri, bir ayda buranın baş tasarımcısı olabilirdi.

feel meHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin