Bölüm 7: Çiçeklerin Kraliçesi

66 8 18
                                    


"Sevmek dediğimiz şey tam da bu. Karanlıklarla dolu olan bu hayatta bir avuç ışık değil mi sevmek?"


Sıcak kahvenin dumanı yüzüme vururken kampüsteki orkidelerin kokusu ile kahve kokusu birbirine karışmış, ortaya mükemmel bir uyum sunmuşlardı. Derince bir nefes alıp karton kahve bardağından bir yudum kahve alarak gözlerimi kapattım. Hafif hafif esen ılık rüzgar alttan topladığım topuzumun hakim olamadığı öndeki sarı tutamlarımı savuruyordu. Sıcak kahve tüm damarlarımı donatırken üstümüzde bulunan büyük şemsiyeye çarpan yağmur sesleri ilişti kulağıma. O esnada nedensizce yaz gelsin istedim. İlkbahar oldukça uzun sürmüştü bu yıl ve bitmek bilmiyordu. Tabi o esnada istediğim tek şey de bu değildi. Kalbimin sızısına bir çare, aklımdaki soru işaretlerine bir cevap, Apollon ile Dionysus'tan uzunca bir açıklama, Zoe ve Yorgos ile tehlikeli ama eğlenceli dakikalar, Krios'un yanı başımda olması ve kulaklarıma dolan tek sesin yağmur sesi olmasını istiyordum. Fakat nafile... Bunların hiçbiri gerçekleşmiyordu. 

"Yani sence de çok saçma değil mi Artemis'in böyle davranmış olması? Bence yazılmamış başka şeyler olabilir." diyen Rasmus'a çevirdim bakışlarımı. Öğle arasından beri beraberdik ve susmak bilmiyordu.

Delos'tan geleli bir hafta geçmişti. Bu bir hafta boyunca zamanımın çoğunu Rasmus ile geçirmiştim. İlk başlarda istemesem de onun eski haline büründüğünü anladıktan sonra bundan çekince duymamıştım. Yanında tedirgin hissetmiyordum. Saçma sapan hareketleri yoktu. Zoe ile Yorgos da kendi programlarından dolayı oldukça yoğunlardı. Bu yüzden onlarla uzun zamandır vakit geçirememiştim ve onları özlemiştim. Kalbimdeki sızı Krios'un aksine varlığını koruyordu. Ve Delos'tan bu yana ne Apollon'dan ne de Dionysus'tan haber alabilmiştim. Kısacası bir haftam karman çorman geçmişti.

"Helen, sen ne düşünüyorsun?" 

Rasmus'un sorusuna yalnızca "Ha?" diye cevap verebilmiştim. Çünkü son yarım saattir anlattığı hiçbir şeyi dinlememiştim. O da onu dinlemediğimi fark etmiş olacak ki "Sen iyi misin? Söz konusu mitoloji olunca dinlemediğini hiç görmemiştim." demiş ve endişeli gözlerle bana bakmıştı. Kendimi gülümsemek için zorlamadım. Çünkü zorlasam da Rasmus bunun zoraki bir gülüş olduğunu anlayacaktı.

"Bilemiyorum kafam bu aralar çok yoğun. Vizeler de yaklaşıyor ama kendimi toparlayamıyorum. Eve gidip dinlensem iyi olacak." demiştim ama eve gitmek için herhangi bir harekette bulunmamıştım. Kahvemden yudumlar almaya devam ederken yağmurdan kaçıp kafeteryanın girişine sığınmış kedileri izliyordum yalnızca.

"Kafanı toparlamak istiyorsan seni dinlenmen için eve bırakabilirim. Ama kafanı dağıtmaya ihtiyacın varsa uzun zamandır seni götürmek istediğim bir yer var oraya gidebiliriz." demişti Rasmus. Bir süre gözlerimi gözlerinde dolandırdım. Bana iyi gelmek istiyor gibi bakıyordu. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp bakışlarımı yağmura çevirdim. Hızlanmıştı. "Bu yağmur içimi ıslatıyor." diye mırıldanmıştım. Onun duyup duymaması umrumda değildi. Yalnızca hissettiğim şeyi söylemiştim. 

"Ruhuna bir şemsiye tutmak isterdim." diyen Rasmus'a gülümsedim burukça. Onun dediği şeye gülümsememiştim o anda. Titan olsa hiçbir şey söylemeden sarılırdı ruhuma. Anlardı ruhumun bir şemsiyeye değil de bir sarılmaya ihtiyacı olduğunu. Sonuçta dümdüz sarıl bana desem yoldan geçen herkes sarılabilirdi ama önemli olan duymaktı ruhumun çığlıklarını.

Karton bardaktaki son damlayı yudumlayıp ayağa kalktım. Önce yeşil şemsiyemi açtım ardından çantamın içerisine tüm dosyalarımı yerleştirip ıslanmalarını önlemek için çantamın üzerine ceketimi örttüm.

HELENEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin