Bölüm 13: Troya Günlükleri

54 8 77
                                    

Troya'da İlk Gün

Helen bakışlarını tavana sabitlemiş durgun bir şekilde uzanırken aklındaki düşünceleri toparlamaya çalışıyordu. Rasmus ise onun aksine yeni geldikleri bu ülkede yiyecek bulabilmek amacıyla ingilizce bilen birilerini bulmak için yeni ve zar zor yerleştikleri otel odasından çoktan ayrılmıştı.

İkisi de kendini pek iyi hissetmiyordu aslında. Rasmus uzun bir süre araba sürmüş, ülkeden çıkış işlemlerini halletmiş, geldikleri bu yeni ülkede ise kalacak yer bulmak için uzun bir uğraş vermişti. Bunların hepsini uzun bir süredir aklındaki plan doğrultusunda gerçekleştiriyordu.

Dedelerinin memleketi olan Türkiye topraklarına bastığından beridir de planının doğruluğundan bir an olsun şüphe etmemişti. Olması gereken buydu. O buraya aitti. Onun için Helen de buraya ait olmalıydı. Kader yerini bulmalıydı.

Hızlı adımlarla ilerlediği dar sokaklarda gördüğü döviz bürosu ile  gülümsedi ve içeri girdi. Kendi dilinde olmasa bile en azından ingilizce konuşabileceği birilerini bulmak ona güven hissi aşılamıştı.

"Merhaba. 200 euroyu bozabilir misiniz?"

Kapının girişindeki genç ve zayıf adama elindeki parayı uzattı. Adam güler yüzle parayı alıp kendisine 3747 Türk Lirası geri uzattığında Rasmus şaşkın gözlerle bir adama bir elindeki paraya bakıyordu.

"Yanlış hesaplamış olabilir misiniz? Bu çok fazla değil mi?" diye sorduğunda karşıdaki adam buruk bir gülümsemeyle kafasını iki yana sallayıp "Hayır efendim. Kur farkından kaynaklı oldukça yüksek bir mebla almanız normal." dedi. Rasmus hiç haber izlemediği ve kur takip etmediği için ilk defa mutlu olmuştu çünkü kaçarken yanına yüklü miktarlarda para alamamıştı ve bu kur farkı onun için müthiş bir avantajdı.

Döviz bürosundan ayrılmadan önce adama kahvaltı için alışveriş yapabileceği yerleri de sormuştu. Adam da ona civardaki fırınları ve marketleri tarif etmiş ek olarak da birkaç güzel restorant önermişti. 

Rasmus adamın tarif ettiği fırınlardan birine girerek kem küm de olsa iletişim kurabildiği fırıncıdan iki poğaça aldıktan sonra markete de uğrayıp kahve, bitki çayı, atıştırmalık, soğuk sandviç ve içecek alarak otele geri döndü.

Helen hala bıraktığı gibi yatağa uzanmış gözleri açık bir şekilde tavanı izliyordu. Tüm yolculuk boyunca da bir kere bile ağzını açmamıştı gerçi. Onun bu halleri Rasmus'u korkutsa da hipnozdan sonra henüz enerjisini toparlayamadığını düşünüp durumu kötüye yormamaya çalışıyordu.

Sıcak poğaçaları çıkarıp otel odasında bulunan su ısıtıcısıyla su ısıtarak bitki çaylarını demledi. Helen'in yanına gidip sarı saçlarını okşayınca Helen istemsizce gözlerini kapatmıştı. Yanaklarından siğim siğim göz yaşı dökülüyordu fakat dudaklarından herhangi bir hıçkırık kaçmıyordu asla. 

"Hey, hadi kalk biraz kahvaltı yapalım. Uzun süredir bir şeyler yemiyoruz." Rasmus onun omuzlarına destek vererek yattığı yerde dikelmesini sağlarken Helen "Neden beni kaçırdın?" diye fısıldayabilmişti. Ama hala gözlerini aralamıyor, titrek nefesler alıp vermeye devam ediyordu.

Rasmus derin bir nefes alıp "Senin için. Seni oradaki zindandan kurtarabilmek için." dediğinde Helen gözlerini yavaşça araladı. "Rasmus ben orada zindan değildim. İyileşmek için son şansımı kullanıyordum. Beni neden bilmediğim bir ülkenin bilmediğim bir şehrine kaçırdın?" 

Tekrar yinelediği soruyla birlikte Rasmus tek kaşını kaldırmış ve "Hipnoz olmak mıydı son şansın? Ne planlıyordun ki Helen? O güzel aklını başkalarına emanet edecek ne planlıyordun?" diyerek sert bir şekilde konuşmuştu. 

HELENEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin