Yorum ve oyları bekliyorum🦋
On ikinci sınıfa başlıyor olmaktan ötürü depresyonun eşiğinde bulunan sınıfın ders programını welcome back hediyesi olarak pazartesi ilk iki dersi fizik olacak şekilde düzenleyen okul idaremize en içten teşekkürlerimi, asla nefret ibaresi içermeyen hislerle kendi zihnimde ilettiğim bir kırk dakikanın ardından zil sesini duymamla derin bir nefes verdim.
Yedi Numara Ayten'in hikayede durmadan inandırıcık aramak girişli Malazgirt Destanı'nı aratmayacak şekilde kurduğum cümlenin, TDK'yı çileden çıkaracak hatalar içerip içermediğini kontrol dahi edemeyecek seviyeye gelmiş zihin yorgunluğumu yok saymaya çalışarak yanımda oturan Nefin'e döndüm. Nefin; lisenin başından beri tanıştığım ve özellikle onun da içinde bulunduğu kick boks kursuna katıldığımdan beri samimiyetimizin daha da arttığı arkadaşımdı.
"Bahçeye çıkalım mı?" diye mırıldanırken bir yandan da zil sesinin neden Diriliş Ertuğrul dizisi jenerik müziği olduğunu sorguluyordum. Zil çaldığı an dersin getirdiği uyuşukluk yok oluyor ve tüm okul sıralarımızın altından kılıçlarımızı çıkarıp YA ALLAH BİSMİLLAH diye bağırarak düşman kuvvetlerin üstüne hücum edecekmişiz moduna sokuyordu.
Gözlerini ovaladıktan sonra yerinde gerilerek esnerken "Olur," diye mırıldandı mahmur sesiyle. "Beynime oksijen gitmesi lazım, gerçi oksijenin gideceği kanalların merkezcil bir kuvvet tarafından tıkandığını hissediyorum ama olsun."
Haklıydı. İlk dersten fizik işleyen, hatta ve hatta on beş dakika kabaca konuyu anlatıp hemen yatay düzlemde çembersel hareket problemleri çözdürmeye başlayan sevgili hocamıza kalplerle süslediğim dualarımı iletiyordum içimden. İnşallah yatay bir düzlemde çembersel bir hareket çöker üstüne de bir süre bu problemini çözmekle uğraşırsın.
Biz dördüncü kattaki sınıfımızdan çıkıp bahçeye kadarki yolu kat ettik diyesiye teneffüsün sonuna yaklaşmıştık. Yine de birkaç dakika bahçede boş boş yürüdük ve bir kez daha Çakalların hükmü kurt ayağa kalkıncaya kadardır diye bağırma isteğimi tetikleyen zil sesini duymamızla okul binasına döndük.
Dün suluboyamı çantama koyarken ilkokul çocuğu gibi yaz tatilimizi çizdirmeyeceklerini bildiğimi düşünmüştüm ama keşke çizdirselerdi çünkü ilk günden üstel fonksiyonlarla uğraşıp beyin fonksiyonlarımı bozmak hiç cazibeli gelmiyordu.
Pazartesi üst üste iki saat fizik, iki saat matematik ve iki saat de kimya koyan idare tam olarak ne yaşamıştı acaba? Belki sindire sindire tüm haftaya sayısalı yaymaktansa bir günde meseleyi halletmek daha az sancılı olur diye düşünmüşlerdi? Öyle düşündüyseler bile ilk günden okula karşı duyduğum nefretimi mısralara döküp Adil'e al sana şiir diye atma hayalleri kurmamdan başka bir işe yaramamıştı bu.
Bomboş bir günü ardımda bıraktım diye giriş yaptığım bir paragrafla mevzuya devam etmek istesem de ne yazık ki yapamıyordum çünkü günümüz bomboş falan geçmemişti. Hatta maalesef tıka basa dersle ve formülle doldurulmuş bir gündü. Öyle ki okulumuza yeni gelen ve bu sene matematik dersimize girecek olan hocamız içeriye "Ben Ali Kuşçu, kitaplarınızı açın," diyerek girmişti. Adam zaman kaybetmemek için kendisini masasına yerleştiğinde bile tanıtmamış, masaya yürüren ismini söylemeyi lütfetmişti. Ve şaka yapmıyorum, ismi gerçekten Ali Kuşçu. Anne ve babasına malum olmuş sanırım. Adil de kafayı Adil Erdem Bayazıt'ın şiirleriyle bozmuş, ruhu şiir sıçan bir adama dönüşmüş. Demek ki isimler insanın geleceğine de dokunabiliyor. Zişan diye bir boksör tanımıyorum. Keşke ismim Muhammed Ali olsaydı.
Nihayet eve geldiğimde, okula dair özlediğim tek şeyin, günün sonunda kendimi yumuşacık yatağa attığımda tüm o derslerin yorgunluğunu dindiren tatlı rahatlama hissi olduğunu düşündüm. Evde kimse yoktu. Bugün ablamın doktor kontrolü olduğunu biliyordum. Eniştem de onunlaydı ama kontrol olmasa bile işte olurdu, normalde bu saatlerde çalışıyordu ama ablama eşlik etmek için birkaç saat izin aldığını biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın Bir Adı Da Yorulmamaktır || Yarı Texting
Teen FictionŞiir Avcısı: Aşkın bir adı da affetmektir... 🪡211022