İkinci kısmı da kısa sürede paylaşmaya çalışacağım. Yorumlarınızı merakla bekliyorum. Kendinize iyi bakın, öpüyorum💛***
"gökyüzü güneş olsa sensiz karanlıktayım"🎼 Eleni Karaindrou - Eternity and A Day: By the Sea
Bir Ay Sonra
Jimin'in kendi varlığını yeryüzünden silmekle ilgili pek çok fikri vardı.
Kore'ye döndükten sonra bunun üzerine düşünecek epey zamanı olmuştu ne de olsa. Olay çıkarmak istemiyordu. Ses getirecek bir şey istemiyordu. Arkasında kalan insanların temizlemek zorunda kalacağı bir dağınıklık yaratmak da istemiyordu. Özellikle Hoseok'un. Çünkü biliyordu ki küvete girip bileklerini kesecek, yüksek bir binadan atlayacak ya da onlarca ilaç içip kendi kusmuğunda can verecek olsa onu o şekilde bulacak kişi Yoongi gittiğinden beri Jimin'e arkadaşlık etmeyi görev edinmiş olan Hoseok olacaktı ve ortalığı toparlamak da ona kalacaktı ki Jimin bunu hiç ama hiç istemiyordu.
Bir anda, aniden, sessizce yok olup gitmek istiyordu yalnızca. Varlığı silinsin, hayatlarına dokunduğu insanların zihinlerinde bile bir iz bırakmasın, kimseyi incitmeden ve üzmeden buhar olsun uçsun istiyordu. Tanrı'ya inanmayı uzun zaman önce bıraktığı için cennete gitmek ve orada Yoongi'ye kavuşmak gibi bir hayali de yoktu. Belki başka bir evrende kavuşurlardı. Belki bambaşka bir gerçeklikte Yoongi, o sabah evden çıkmaz, Hoseok'un onu aradığını görür ve kötü niyetli insanlar onları bulamadan kaçmalarını sağlardı.
Jimin'in intiharla ilgili acı düşüncelerine eşlik eden bir diğer konu da buydu. Kendini durduramıyordu bir türlü. Sürekli farklı bir senaryo kurguluyor ve o senaryoda Yoongi'yi yaşatmanın bir yolunu buluyordu. Başkanlık konutuyla aynı bahçede bulunan tek katlı misafirhanede kalırken gün boyu yaptığı tek şey bahçeyi gören büyük pencerenin önüne oturarak bunları düşünmekti. Manzarası suikast girişiminin olduğu gün Yoongi ile üzerinde durup konuştukları, süs havuzlarını birbirine bağlayan taş köprüydü.
İnsanların onun için endişelendiğinin farkındaydı. Yoongi'yi kaybedeli neredeyse bir ay olmuştu ve Jimin hiç ağlamamıştı. Ruhsuz bedeni, ezgilerini kaybeden sesi ve artık artık alev alev yanmayan donuk gözleriyle insani faaliyetlerini bile zorlukla yerine getiren aciz bir insana dönüşmüştü ama tek damla gözyaşı dökmemişti. Yüreğinde toplanan kara bulutlardan haberdardı elbette. Sadece çok yorgundu. Hayatın yaşamak zahmetine değmeyen bir yanılsama olduğunu düşünürken ağlamak için dahi olsa harcayacak enerjisi kalmamış gibi hissediyordu.
Güneş battıktan sonra pencerenin önündeki yerinden kalkıyor, uykuya dalıp rüyalarında Yoongi'yle buluşacağı o kutsal andan önce Namjoon sayesinde İtalya'dan getirdikleri piyanonun başında amaçsızca oturuyordu. Bir mezarı bile olmayan sevgilisinin mabedi olarak görüyordu piyanoyu. Parmaklarını beyaz tuşların üzerinde gezdiriyordu bir ölünün saçlarını okşarcasına. Sonra papatyaları hatırlıyordu. Yoongi'nin kanıyla kırmızıya boyanan beyaz taç yaprakları zihnine düştüğünde ağlamak için büyük bir istek duyuyor, yine de ağlayamıyordu. Yüreği taşlamıştı sanki. Acı ile yoğrulmuş hayatında hiçbir çıkar yol yoktu. Umudu kalmamıştı. Başını piyanonun soğuk yüzeyine yaslayıp bozkırın ortasındaki hareketsiz bir taş gibi beklediği saatler boyunca mutlu olmak için bir nedeni olmadığını biliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
La Douleur Exquise : Yoonmin
FanfictionGüney Kore Milli İstihbarat Şefi Min Yoongi, Park Jimin'in güzelliğine kapılırken ikisini de tehlikeli bir oyunun içine çektiğinden habersizdi. Üstelik Jimin'in geçmişi bir avcı gibi peşini bırakmazken saklamakla yükümlü olduğu büyük bir sırrı vardı...