Bölüm-20-"Tatlı hayat"
"Yok öyle umutları yitirip karanlığa savrulmak. Unutma; aynı gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak."
-Nazım Hikmet❈
Başım ağrıyordu, son zamanlarda bu ağrı başımı mesken tutmuş haldeydi ve arada uğrayarak beni yokluyordu. Karıncalar kafamda yuva yapmış gibi bir histi, dışarıya tamamen kapanıp içime açtığım pencereden gördüğüm kadarıyla anlam katmaya çalışıyordum bazı şeylere. Bazı şeylere anlam katabiliyordum ama bazı şeylere anlam katmak, benim gibi büyük hayalperest için bile imkansız kalıyordu.
Beynimin içinde kendimden bir tane daha doğurmuş gibi hiç durmayan sesler ve iç hesaplaşmalarla uğraşıyordum. Düşünceler o kadar hızlı akıp gidiyordu ki, durup inceleyecek veya üzerinden tekrar geçemeye fırsat olmuyordu.
Ya senden intakam almak için yerleştirdilerse? Diye soruyordu kafamın içindeki diğer ben, zaten susmuyor ve aklımın bulanması için çabalıyordu sanki. En büyük düşmanımın yine kendim olduğumu fark etmiştim bu süreçte, en çok kendime acımıyor ve en çok kendimi yadırgıyordum. Kendimi sevmiyordum ve bu kendimi sevmediğim kısmım, kafamın içinde yeni bir benlik oluşturup sürekli hareketlerimi eleştiriyordu.
Sonuçta ona iftira attın, hırsız yerine koydun. Belki, sen kendini işaretli san diye yerleştirdi tüm o yıldızları, belki her şey düzmeceden ibaretti ve bunlar da onların oyunlarıydı. Oğuza iftira atmış, Ekim'in sonradan kaybettiği o sevgili kolyesini Oğuz'un çaldığı yönünde oyunlar oynamıştık. Üstelik bunu sadece Oğuz'a yapmamıştık, o dönemki öfkeden gözü dönmüşlüğüme Utku ile Can da maruz kalmışlardı.
İçimdeki o kontrolden çıkmış ses sürekli hak ettiğimi tekrar edip duruyordu. Başıma gelecek her türlü kötü şeyleri hak ettiğimi, hatta daha fazlasına maruz kalmam gerektiğini ve cezamı çekmiş sayılabilmem için bir müddet daha olumsuzluklar yaşamamı söylüyordu. Onu dinlemek istemiyordum ama düşünceler kendi sesimde vücut bulmuştu beynimin içinde, sanki bütün vücudumda yankılanıyordu ve bu imkansızdı.
Pek sağlıklı olduğum söylenemezdi. Oğuz, bir gece ansın karşıma sadece gölgeler içinde çıkmış, bütün uyku düzenimi alt üst etmişti. Son günlerde, gece sabaha karşı uyuma fırsatı ancak bulabiliyor ve onu da en fazla iki saate kadar başarabiliyordum. Aklımda olur olmadık fikirler geliyor, zaten korkuyla açılan uykum yüzünden canlanan zihnim bu fikirleri incelemekle meşgul oluyordu.
Sen hak ediyorsun Ela. Başına gelen her şeyi ve daha beterleri senin hakkın. Sen hak ediyorsun Ela. Cezanı çekiyorsun, biraz daha çekmelisin. Sen hak ediyorsun Ela. Sen hak ediyorsun Ela, sen hak ediyorsun Ela, sen hak ediyorsun Ela, sen hak ediyorsun Ela...
Bozuk plak gibi bir cümlede takılı kalan kafamdaki çınlamaları, avucumun alt kısmıyla hafif vurup susturmayı denedim. Ne ben vurulduğunda ekranı geri gelen tüplü televizyondum ne de bu düşüncelerin ucu bucağı yoktu. En son, firavun da kulağından beynine giren sineğin vızıltılarından kurtulmak için kafasını taşlara vura vura öldürmüştü kendini. Belki sonum öyle olmazdı ama bu sinir bozucu seslerden kurtulmak için cazip bir eylem gibi geliyordu.
Oğuz, dolabıma yapıştırdığı anın görüntüleri tekrar ediyordu zihnimde sürekli. Oğuz söylene söylene koridorun ortasında bulunan benim dolabıma ilerliyor, cebinden yıldızı çıkarıyor ve lanet işareti dolabıma yapıştırıyor. Sonra, bu noktadan sonra görüntüler başa sarıyor ve zihnimde yeniden canlanıyordu. Oğuz söylene söylene benim dolabıma ilerliyor..
Sonrası ise karanlık. Oğuz ne diyeceğini bilemeyerek, bir kızlarla bizim olduğumuz tarafa, bir diğer taraftaki Tuna ile Umut'un oluğu tarafa bakıp durmuştu. Beni neden işaretleyip bütün sinirlerimle oynadığından çok, uykusuz geçen gecelerimin hesabını sormak istemiştim. Artık dolabımın üzerine yapışık duran yıldız sembolünü pek kafaya taktığım söylenemezdi, hatta altın sarısı rengi ve parlak yapısıyla dolabımı süslediğini bile düşünmeye başlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DRAMA •Düzenlemede•
Novela JuvenilGitmek için hazırlanırken, Yine kaldın kendi başına. Yükselmek için çabalarken, Dipte ve yalnızca