1. periler ve arpları

3.6K 167 116
                                    

BİZ GERİ DÖNDÜK*
-

Kasım; Perşembe, 23.09

Kırmızı, yeşil, mavi, mor, sarı, lacivert, turuncu... Kaç renk saymıştı Ömer sahi? Barın arkasında, kendisinden bir şeyler isteyenlere sabırla itaat eden oğlanın hüzünden sertleşmiş yüzüne düşen kaç renk saymıştı? Gözlerini o tarafa kaydırmak istemese bile sanki, mıknatısın o derin ağına çekilen demir misali bir türlü direnemiyordu. Kirpiklerinin altında titreyen gözbebekleri o oğlana yapışmak ister gibi parladıkça parlıyordu. Onca bedeni es geçip bir tek onu görüyordu sanki. 

"Ne içsek?" yüksek müzikten dolayı kulağına eğilmiş sevgilisi tarafından yüzüne dolanan uzun ince parmaklarının kendisini çevirmesine engel olmadı. Bakışları bu sefer sevgilisinin boyalı, açık kahve gözlerine değdi. Onun ufak yüzünü turladı önce içerisinde hiçbir ifade barındırmayan demirleri; ardından içten içe bir şeyleri kanıtlamaya ihtiyaç duyuyormuşçasına dudaklarını onun rujdan parlayan küçük dudaklarına bastırdı. Kız buna hiç şaşırmadığı gibi karşılık vermekte de gecikmemişti. Fakat kendi kapanmış gözlerine tezat olarak sevgilisinin gözleri, barın arkasındaki yuvasına dönmüştü yine. Ömer bundan epey rahatsız olmuş olacak ki kaşları çatıldı; kendisini kızdan ayırırken içinde bir şeylerin ateşle harlandığını hissedebiliyordu. 

"Gidip içecek bir şeyler alayım," dedi. Bacakları, içinde bara doğru koşmak isteyen o gizemli dürtüyü sanki görmüyormuş, hiç bilmiyormuş gibi ağır ağır taşırken bedenini Ömer heyecanlanıyordu. Terden ısınmış avuç içlerini altındaki kumaş pantolonuna sildirirken sertçe yutkundu. Çarparak geçtiği dans eden bedenlerin arasından bir an önce oraya ulaşmak için anlam veremediği bir arzu duyuyordu. Onu tanıyordu; kim olduğunu gayet iyi biliyordu ve onu ilk gördüğü günden beri zavallı kürelerini ondan bir türlü uzak tutamıyordu. Onda bu kadar ilgi çekici olan neydi ki? Her yerinde, sanki tuvalin üzerinde eşsiz bir sanat icra edilmişçesine bırakılmış dövmeleri mi? Işık üzerine düştüğünde ışıl ışıl parlayan piercingleri mi? Güneşten damlamış saç tutamları mı yoksa kehribar gözleri mi? Yüzünün üzerine susam tanelerini andıran tatlı çilleri mi? Bilmiyordu Ömer, bilmek de istemiyordu. 

Nihayet varmak istediği yere güç bela ulaşınca kollarını büyün siyah bar tezgahına yaslayıp kendi soluk kahvelerini diğerinin beyaz yüzüne sabitledi. Önünde dikilen kızla bir şeyler konuşuyor, çok küçük saniyelik süren minik tebessümler armağan ediyordu. Armağan olduğunu düşünüyordu Ömer zira o pembe dudakların iki yana öyle nazlı nazlı kıvrılışı anca armağan olabilirdi. Gözleri önce kulağının içinde, küpelerinin altından siyah bir şekilde gözüne çarpan ufak yılan dövmesinde dolandı. Ardı ardına dizilmiş kaç küpe saymıştı o kulakta? Tam yedi taneydi, sadece bir kulağında yedi tane vardı. 

"Merhaba," dedi biraz öne eğilip sesini duyurmak için neredeyse bağırarak. Kehribar gözler nihayet kendi gözlerini bulduğunda yutkundu. Midesine inen bu sıska yumruk hoşuna gitmemişti, hiç gitmemişti. Pembe dudaklar bu sefer kendisine gülümsediğinde ne yapacağını bilemedi. Kafasının içerisinde düşüncelerini düzenleyen o büyük çekmece bir anda patlamış, hepsini dağıtmıştı. Ne için gelmişti?

"Ne alırsın?" diye sordu çocuk. Ömer onun ellerine baktı elinde olmadan. Üzerindeki siyah gömleğin kıvrılmış kollarından seçtiği büyük siyah yılan dövmesinin sadece baş kısmı görünüyordu. Parmaklarının ve elinin sırt kısmında da anlam veremediği şekiller çiziliydi. Boğazını temizleyip gözlerini birkaç kez hızlı hızlı kırpıştırdı ve yeniden kehribarlara döndü. Kırmızı. Şimdi kırmızı düşüyordu üzerine. 

"Alkolsüz bir şeyler var mı?" diye sordu. "Ne olursa."

"Asitli bir şeyler var, uyar mı?" 

Başını sallayarak onayladı onu. Gözleri önce diğerinin yüzünde dolandı. İfadesizdi; tek bir mimiği ağırlamak istemiyormuş gibi sabitti güzel duruşu. Işıklardan dolayı çilleri belli olmuyordu ancak Ömer o kadar çok bakmıştı ki, anlatabilirdi yerlerini. Ardından meraklı, aç bakışlarını diğerinin yüzünden aşağısına kaydı. Gömleğinin açılmış yakasından köprücüklerinde çizilmiş, birbirine yaslanan iki bitki dövmesini seçebiliyordu. Bunların hangi bitki oldukları şimdi aklına gelmiyordu ancak Ömer onların en verimli toprak üzerine kurulduklarını düşündü ve hemen attı bu düşünceyi kafasından. Neler düşünüyordu böyle? Çocuk arkasını dönünce diğer kulağının altındaki dövmesini inceledi birkaç saniye fakat ne olduğunu anlayamadan oğlan yeniden işine dönmüştü. Tuvaldi o; çok şanslı bir dövme sanatçısının parmakları arasında renklendirilmek için yaratılmış eşsiz bir tuvaldi. 

"Seni tanıyorum," dedi Ömer. Dudaklarını, dilini bir türlü kontrol edemiyordu. Onunla konuşmak istiyordu. O kehribarları kendi sönük, hiçbir parıltısı olmayan kahvelerinin üzerinde istiyordu. Bu yüksek, iğrenç gürültüden hiçbir farkı olamayan ses yığınının içinde bile onunla muhabbet etmek istiyordu. "Kurstan."

Çocuk buna verecek bir cevap bulamadı. Olabilirdi elbette, arada sırada kendisini tanıyan kişilerle karşılaşıyordu zaten. Diğerinin renkli içeceğini büyük bir bardağa boşalttı ve "Buz ister misin?" diye sordu. Karşılığında ise belli belirsiz bir baş onayı almıştı yalnızca. Küçük buz küplerinden epeyce döktü bardağa. "Afiyet olsun," dedi ve uzattı bardağı.

"Tanışmadık, Ömer ben," elini uzattı esmer genç. Heyecandan uyuşmuş, ısınmış avucunu diğerinin avucuyla birleştirmek için tarifi mümkün olmayan, içinde bir yerleri kavlayan ilginç bir arzu hissediyordu. Sanki teni onunkine vardığı an bir şeyler kopup yok olacakmış gibi bir duygu seziyordu damarlarında. Diğerinin bu selama karşılık vermeyeceğini düşünüp içerlediği an soğuk avuç kendi avucuna yaslandı.

"Dolunay," dedi oğlan gülümseyip. "Memnun oldum."

Dolunay. Ne farklıydı; duruşu, bakışı, gülüşü zaten her şeyden ve herkesten farklıydı Ömer için ancak ismi bile eşsizdi sanki. Gülümsedi, içeceğini yudumladı ve sonra istemese de ayrıldı oradan. Her yerini şekerden muşambayla saran bu duygunun ne olduğunu, oturduğu masaya ilerlerken bilmiyordu. Aklının ne denli elektrik telleriyle kaplanacağını da, içindeki her bir evin yanıp yok olacağını da bilmiyordu. Tek bildiği şey kehribarlardı. Kendi içindeki cadıları avlıyor, onları yakıyordu. 

Az kalmıştı. Çok az kalmıştı.

**

Merhabalar. Kurgu ilahi bakış açısıyla yazıldı-yazılacak. Bunu çok önceden atmıştım sonra kaldırdım şimdi bir daha atıyorum slkdhfslkfh 

DİĞER BÖLÜM DÖVMELERİ KARAKTERLERİ VS ATACAĞIM SLKDHFSKLFH 

UMARIM SEVERSİNİZ

Kanlı Ağıt & Zehirden Notalar [bxb]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin