LÜTFEN YILDIZA BASALIM VE LÜTFEN İKİ LOKMA YORUM EDELİM Kİ BEN ÖLMEYEYİM ÜZÜNTÜDEN<3
**
Cumartesi, 11.33
Çok fazla kan vardı. Ellerinde, bileklerinde ve hatta kollarına kadar uzanan uzun kanlı yollar görüyordu Dolunay. Korktuğunu en içlerinde hissederken çırpınmaya çalışıyor ancak bir türlü toparlamıyordu kendisini. Derin derin nefesler almaya çalışsa bile tam göğsünün üzerindeydi. Parmaklarının kırılışını izlerken bağırmak için var gücünü kullandı ancak çıkmadı sesi, fısıltı bile oluşmuyordu dudakları arasından.
Ancak sonra, celladını gördü. Elinde uzunca demir bir sopayla kendisine doğru yürüyordu. Yüzünde, ezbere bildiği o acımasız ifadeden hiçbir şey kaybolmamıştı ve Dolunay, çok korkuyordu. Yapma demek istiyor, yalvarmak yükseliyordu içinden. Demir sopa havaya kalktığında gözlerini yumdu, gelecek olanı bekledi.
Dolmuş kehribarlar yağmur damlalarıyla işgal olmuş büyük camına açıldığında saat çoktan on bire varmak üzereydi. Dolunay hissettiği uyuşukluğu atmak için önce bir süre boş boş dışarıyı izledi. Ne zamandır böyle kâbuslar görmüyordu? Epey olmuştu. Şimdi kendisini yeniden sıfıra düşmüş gibi hissediyordu; sanki her şeye yeniden başlamak zorundaymış gibi, sanki her şeyi yeniden iyileştirmek zorundaymış gibi...
"Uyandın mı abi?"
Kardeşinin minik sesiyle artık kendisine gelmesi gerektiğini biliyordu. Ağrıyan ellerini kaldırıp parmaklarına baktı. Hayır, bir problem yoktu. Sadece iğrenç bir ağrı vardı ancak onu da ilaçlarla yok edebileceğini uyumuyordu. Kardeşi, Doğukan, yatağa güçlükle tırmanıp abisinin karnına oturuverdi hemen. Dolunay büyük ellerini onun minik bedenine sararken diğer yandan onun ufak, uykudan şişmiş yüzüne gülümsüyordu.
"Ne zaman uyandın?" diye sordu çatlayan sesiyle. Boğazını temizleyip küçüğün saçlarını yüzünden geriye iteleyiverdi. Oğlan ufak ellerini birleştirip abisinin göğsüne uzandığında Dolunay onu sarmaladı.
"Az önce ama çok oldu," dediğinde genç oğlan kıkırdadı bu cevaba. "Beni neden uyandırmadın?" diye sordu sonra. "Aç aç neden bekledin? Hadi hemen bir şeyler yiyelim."
"Ben biraz böyle yatabilir miyim?" diye sordu ufaklık, kollarını abisine dolarken. Bu hayatta en çok sevdiği insandı. Annesi ya da babası bile bununla yarışamıyordu; Dolunay'ı gördüğü an ufak oğlan kendinden geçiyordu. Hafta sonunu da hep birlikte geçiriyorlardı çünkü Dolunay genelde bu iki gün boş oluyordu. Pazartesi gününün sevimsiz sabahı ikisi için de güzel değildi çünkü Dolunay en yoğun bugün oluyordu; üç tane ders sonrası dövme salonuna gidip akşam on bire kadar orada çalışıyordu. Küçük olan ise abisinden ayrılacağı için yine mutsuzdu.
Kaç dakika geçti bilmiyordu oğlan ama göğsünde yatan ufaklık yeniden uykuya dalmıştı. Dolunay buna gülümseyip onun hafif dalganı yumuşak saçlarını sevdi. Bir kardeş hiç düşünmüyordu. Annesi ve babası boşandıklarında ortaokula gidiyordu; o zamanlar kendisini yalnız hissetmiyordu çünkü hayatı tamamen piyano çalmak üzerineydi. Çok büyük, çok başarılı bir piyanist olmak istiyordu Dolunay o zamanlar. Bütün vaktini o seksen sekiz tane tuşa harcıyor ve bundan tarifi mümkün olmayan bir haz duyuyordu. O zamanları hatırlayınca derince bir iç geçirdi.
"Doğu," diye seslendi yumuşak bir sesle. Aslında biraz müsaade etmek istiyordu, uyumasında sakınca yoktu ancak derslere yetişmesi lazımdı. Tabii önce bu ufak mideyi doyurduktan sonra. Oğlan biraz kıpırdandı. "Doğu abicim hadi uyan, gidip bir şeyler yiyelim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanlı Ağıt & Zehirden Notalar [bxb]
RomanceKırılmış kanlı parmaklarım ne zaman tuşlara değse, ağıt peyda olur ruhumun en dip, en izbe sokağında. Sen duymazsın; sen görmezsin. Ancak bilirim ben. Her bir damla müzik senin kirpiklerinden...