twice - fancy
Bozuk bir sabahtı, kışın sanki en ortasından haber getiriyormuş gibi de soğuktu. Dolunay yatağının yanında duran masasında oturmuş bilgisayarında haftalık programını kontrol ederken Ömer ise küçüğün yatağında Doğukan'la oynuyordu. Onu gıdıklıyor, acıtmamaya çalışarak yalandan ısırıyor, kendisiyle güreşmesine izin veriyordu. Dolunay ise bu gürültüye nasıl katlanıyordu? Bir eli şakağını ovuştururken diğer yandan okuduğunu birkaç defa daha okumaya çalışıyor, kısık kısık ofluyordu.
"Eskici geldi," dedi Ömer karnında oturup boğuşmaya çalışan oğlana gülerken. Dolunay'la çok benzemiyorlardı fikrine göre. İkisinin de aynı burun yapısı, aynı dudak kıvrımları vardı. Sadece buydu; Doğukan biraz daha esmerdi, biraz daha yuvarlak bir çocuktu. "Seni verip mandal alacağız. Abin de böyle söyledi."
"Hayır!" Doğukan yerinde tepinirken diğer yandan küçük kaşlarını çatmıştı. "Dolunay beni vermez!"
"Mandal alacak seni verip. Leğen bile alırız."
"Hayır ya!"
Doğukan Ömer'in kucağından inmeye çalışsa da esmer olan gür bir kahkaha atıp onu daha da sıkı kavradı. Doğukan kendi yeğeninden sadece biraz küçüktü ancak yine de sevimli bir oğlandı. Onunla oynaması, uğraşması en az Dolunay'la uğraşmak kadar keyifliydi.
"Dolunay beni verme," Doğukan titreyen dudaklarla söylediğinde Dolunay okuduğu yeri üçüncü kez okuyordu artık. "Dolunay!"
"Ömer kudurtma şunu! Yok vermiyorum koçum sen bakma ona." Dolunay büyük sandalyesinde onlara dönüp tekerleri kaydırdı ve küçüğü esmerin kucağından aldı. "Beş dakika sürmeyecek işim sizin yüzünüzden uzadı ya. On beş dakikadır ekrana bakıyorum. Susun biraz."
Doğukan'ı kendi kucağına alıp oturttu ve bilgisayarının başına döndü tekrar. Ömer buna yeniden neşeli bir kahkaha atmıştı. Cumartesi gününü bu şekilde geçirmeyi kendisi seçmişti. Doğukan'ın burada kalacağını bilmesine rağmen gelmişti üstelik. Dolunay'la yaşadıkları o tatsız akşam sonrası araları artık daha iyiydi. Dolunay hâlâ biraz çekingen davransa da o soğukluğunu atmıştı. Ya da belki de konfor alanına Ömer'i de çekmişti, esmer olan ayırt edemiyordu. Ali Sefa'yı arayıp teşekkür etmeliydi.
"Ne yapalım bugün?" diye sordu Ömer dirseği üzerinde doğrulup kendisine kötü kötü bakan ufak oğlana gülerken. "Mangala gidelim mi? Mangal sever misin Doğu?"
Doğukan küçük suratını bu sefer abisine kaldırdı. Ufacıktı yüzü; küçük düğme gözleri beklentiyle bakıyordu abisine. Nokta gibi burnu ağır ağır soluyor, küçük birer şeker parçası gibi görünen dudakları ise aralık bir halde ısrar etmeye hazır askerler gibi bekliyordu.
"Abi," diye mırıldandı minik avuçlarını onun yanaklarına yaslayıp kendisine bakmasını sağlarken. Alttan alttan tıpkı bir kedi gibi bakıyordu. Dolunay kehribarlarını ona çevirip önce alnını öptü bir tane. "Gitmek mi istiyorsun?" diye sorarken bir eliyle de saçlarını geriye iteliyordu. Doğukan kafasını sallayıp ellerini önünde birleştirdi. "Tamam gidelim. Ara annemi söyle. Salonda telefonum."
"Ne diyeyim?"
"Abim beni eskiciye verip mandal alacakmış de," Ömer gülerek söylediğinde Dolunay ona ters ters baktı. Doğukan ise çatık kaşlarla abisine döndü yeniden. Dolunay onun alnını bir kere öpüp kucağından indirirken esmer olan kıkırdıyordu.
"Senin ufak halinle uğraşıyor gibi hissediyorum." Doğukan odadan çıkınca maviler kehribarlara kilitlenip neşeyle mırıldandı. "Çok sevimli."
"Ağlarsa görürsün sevimliyi. Hiç uğraşmam Ömer sen susturursun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanlı Ağıt & Zehirden Notalar [bxb]
Lãng mạnKırılmış kanlı parmaklarım ne zaman tuşlara değse, ağıt peyda olur ruhumun en dip, en izbe sokağında. Sen duymazsın; sen görmezsin. Ancak bilirim ben. Her bir damla müzik senin kirpiklerinden...