Yorum en sevdiğim şeydir; yıldıza basın lütfen beleştir sizi seviyorum keyifli okumalar♡
-Üzülmek diye bir şeyin varlığına pek de inanmıyordu Dolunay. Ona göre insanın ruhunu tıpkı bir ceviz kıracağı misali sıkıştıran şey, şüphesiz ki huzursuzluktan başka bir şey değildi. Zira bir kere düşünmeye başlasa kendisini mutlu edecek tonlarca şey bulabilir, üzüntü diye adlandırılan o melankolik sıkışıklığı buhar edebilirdi. O yüzdendi ki üzüntü dedikleri o duyguyu reddediyordu. Üzgün hissettiği elbette oluyordu ama bunu bu şekilde tanımlamak ona anlamsız geliyordu.
Tüm bunların yanı sıra, şimdi göğsüne yerleşmiş bu duyguların tek bir adı vardı: depresyon.
Hayatının çok büyük bir kısmını depresyonda geçirmiş biriydi Dolunay; bunu nasıl kontrol etmesi gerektiğini de çok iyi öğrenmiş bile olsa bazı sabahlar buna boyun eğmekten başka yapacak bir şeyi kalmıyordu. Çünkü kalbi öyle huzursuz bir sabaha uyanıyordu ki, bedeni de ona itaat ederek sadece somurtmak istiyordu.
Yatağının içinde bir sağa bir sola dönüyor, gözlerini kapatsa bile uyuyamıyor, sanki ciğerleri ufacık kalmış gibi sürekli iç geçiriyordu. Hava o kadar kapalıydı ki perdeleri açık olmasına rağmen sanki akşam vaktiymiş gibi de karanlıktı odasının içi. Boş boş baktığı buğulu penceresine bir kere daha gözlerini kapatırken yattığı yerde cenin pozisyonuna geçti.
Onu bu hale getiren şey, dün gece babasının araması ve sonra da para göndermiş olmasıydı. Oysa ki Dolunay babasıyla iletişimi keseli yıllar oluyordu. Ancak adam oğlunu o kadar seviyor ve özlüyordu ki geri dönüt alamayacağını bilmesine rağmen her ay muhakkak birkaç kez arıyor, yüklü bir miktar da para gönderiyordu. Dolunay ise bu paraların tek kuruşunu harcamıyordu elbette. Ya bir yere bağışlıyor, ya da annesine veriyordu. Babasından gelecek ne maddi ne manevi hiçbir şeyi istemiyordu genç oğlan. Onu suçlamıyordu, onu nasıl suçlayabilirdi ki? Tek suçlu kendisiydi. Tek suçlu korkak dili, korkak gözleriydi.
Yorganı biraz daha üzerine çekerken bir kere daha çalan telefonu bütün evin içinde birkaç dakika boyunca düzenli bir gürültü çıkarttı. Ne kalkıp bakacak mecali vardı ne de arayan her kimse onunla tek kelime konuşacak gücü. Annesiyle de en son dün akşam konuşmuş, babasının aradığını ve para gönderdiğini söylemişti. Bu olduğu zaman kadın oğluna birkaç gün müsaade ediyordu. Çünkü biliyordu ki bazı yıkımlar her ne kadar geri toparlansa bile kırılmış parçalarının yerine oturması ya zaman alıyordu, ya da o parçalar bir daha bulunmuyordu. Kadın ise her ikisine de sahip oğlunun biraz nefes alabilmesi için ona alan tanıyordu.
Ancak arayan ne annesiydi, ne dövme salonuydu, ne de piyano kursuydu. Arayan Ömer'di. İki gündür haber alamadığı gibi ne mesajlarına ne aramalarına dönüyordu Dolunay. Çünkü görmemişti; bakmaya hali yoktu, birilerine dert anlatmaya iştahı yoktu. Elleri kötü durumda olmasa da psikolojik olarak tetiklendiği için ben buradayım sancıları da sürüyordu elbette. Artık iyileşmek istiyordu. Sürekli düşeceğim korkusuyla yürümekten ayakları kanlanıyordu. Bilekleri inciniyor, sanki parmakları kırılıyordu.
Diğer yanda Ömer, bir kere daha cevapsız kalan aramasına oflarken oturduğu yerde dolu salonda göz gezdiriyordu. En son giderken zaten tatsız bir şekilde gitmişti; ne doğru düzgün veda edebilmişti, ne tedaviyi tamamlayabilmişti, ne durumunu açıklayabilmişti. Şimdi de dönmüyordu çağrılarına. Bir sorun mu vardı? Elleriyle ilgili miydi? Piyano salonuna da gitmediğini biliyordu. Dövme salonunda mıydı? Erkan'a aratıp sormuştu ve Dolunay'ın iki gündür oraya da gitmediği bilgisini almıştı. O halde neredeydi?
"Ne bu surat?"
Erkan yanına gelip göz kırpınca başını iki yana salladı sadece. Ona ne diyecekti ki? Daha kendisi anlam veremiyorken bir başkasına ne anlatabilirdi? Sanki kırmızı incecik bir ip kendisini diğer oğlana bağlamıştı da Ömer o ipin peşinde sürünüyordu. Derin bir nefes alıp içinde tuttu önce. Telefonunu cebine atışı ve sonra gerinişi çok yavaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanlı Ağıt & Zehirden Notalar [bxb]
RomanceKırılmış kanlı parmaklarım ne zaman tuşlara değse, ağıt peyda olur ruhumun en dip, en izbe sokağında. Sen duymazsın; sen görmezsin. Ancak bilirim ben. Her bir damla müzik senin kirpiklerinden...