Ne güneş doğduğunu biliyordu, ne ay battığını görebiliyordu. Öyle birbirine girmiş bir kaos hakimdi ki Ömer için, düzeni artık düğüm olmuş ipten öteye geçemiyordu. Çözemediği gibi karışmasına da engel olamıyordu. Ne yapacağını bilemez halde beklemek dışında pek bir şey yaptığı da söylenemezdi. Sahi, neyi bekliyordu? Günler önce mutfakta, sıcak bedenine öylesine yakın bir şekilde öptüğü oğlanın kendisine gelmesini mi bekliyordu?
Bunun komik göründüğünü elbette kendisi de biliyordu.
Dolunay ne aramıştı, ne mesaj atmıştı, ne de salona uğramıştı. Ömer'e kalsa çoktan onunla irtibata geçerdi ancak beklemek her ne kadar zor da olsa en mantıklı karar gibi gelmişti. Çünkü Ömer ne hissettiği konusunda da, ne düşündüğü konusunda da netti; sorun tam olarak burada başlıyordu zira Dolunay'ın aynı şeyleri paylaştığını pek de düşünmüyordu. Öyleyse o akşam Ömer neden onu öpmüştü?
Dayanamamıştı. Öyle bakmasına, o yakınlığına ve hissettiği çekime artık direnememişti. Zaten bunca vakit iyi bile sabrettiğini düşünüyordu. Şimdi ise hissettiği endişe o öpücüğü pişmanlık olarak adlandırmasına sebep olacak kadar büyüyordu. Sıcak dudakları hâlâ kendi dolgun dudakları üzerinde hissedebiliyordu. Avucunun altındaki sıcak teni, iri kehribarları hiç unutmamıştı.
Telefonuna bir kere daha baktı ancak ne mesaj vardı, ne bir arama. Ne kadar daha bu şekilde sabredebilirdi bilmiyordu. Sadece diğerinin gelmesini umuyordu; gelmeyeceğini bilse bile sadece umut edebiliyordu.
Saatlerin kıvam alabildiğinde daha evvel de rast gelmişti Dolunay. Onların bazen katı bir şey olup öylece havada asılı kaldığını da görmüştü. Sıvılaşıp hızlıca akıp gidişini de görmüştü. Dolunay zaman hakkında o kadar net çizgiler çizebilirdi ki bunda asla da yanılmazdı. Ancak bir şekilde, zaman dediği o tünel birkaç saattir çok karanlık olmaktan öteye gidemiyordu. Dolunay o tünelde ilerliyordu ilerlemesine ancak en ufak bir ışık huzmesine henüz rastlamamıştı. Gözlerinin karanlığa alıştığı falan da yoktu üstelik. Karanlık, en az beyaz kadar acı veriyordu gözlerine.
"Tebrik ederim," diyebildi zar zor. Kelimeler tıpkı birer jilet gibi kesiyordu dilini. Konuşmakta o kadar zorlanıyordu ki elinden gelse boğazına bir bıçak saplar ve orayı bu kadar düğümleyen her ne ise onu oradan çeker alırdı. Karşısındaki genç kız biraz gururla biraz da mahcup bir ifadeyle gülümseyip kafasını eğdiğinde kızın babası ellerini altındaki siyah kumaş pantolonun ceplerine sokup gerindi. Gururlu bir babanın yüzünde nasıl bir ifade olması gerekiyorsa onda da tıpkı öyle bir ifade vardı. Ve Dolunay, bu ifadeyi asla bizzat kendi babasına yaşatamayacağını biliyordu. Omurgasındaki yılanı zehrini dökmek üzere avuçlarına doğru yola koyulduğu esnada kendisini gülümsemeye zorladı.
"Sen olmasan bunu başaramazdık," dedi adam. Belki doğruydu belki yanlıştı; Dolunay'ın emin olduğu bir şey varsa adamın şu an gereksiz bir abartı içerisine girdiğiydi. O sadece kendisine verilen elması parlatıyordu, mucize oluşturmuyordu. Yine de yanıtsız kalmayı tercih etti.
Öğrencilerinden biri daha resitale doğru yükselmişti. Mutluydu; gururlu ve aynı zamanda huzurluydu da ancak diğer yandan içini kavlayan bu kıskançlık hissi o kadar hızlı bir şekilde ciğerlerine nüfuz ediyordu ki genç oğlan sanki nefes alamıyordu. Nefret ediyordu. Bu halde olmaktan kemiklerine kadar nefret ediyordu. Asla başaramayacağı şeyleri izlemek, bu kadar yakından izlemek, canını acıtmaktan bile daha ötedeydi artık. Ellerini arkasında birleştirip parmaklarını sıkıştırdı.
"En iyi şekilde geri dönüt alacağına emin olabilirsin." Adam, bunu öyle düşük ve ciddi bir perdeden söylemişti ki Dolunay çok kısa bir an ürperdiğini hissetti. Artık pahalı hediyelere alışık olduğundan çok da şaşırmıyordu. Geri çevirmeyi de bırakmıştı. Onların gidişini izledikten sonra kendisine ayrılmış odaya geçti. Sinir her yerine dağılıyordu şimdi. Yılanı boynuna dolanmış sıktıkça sıkıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanlı Ağıt & Zehirden Notalar [bxb]
RomansaKırılmış kanlı parmaklarım ne zaman tuşlara değse, ağıt peyda olur ruhumun en dip, en izbe sokağında. Sen duymazsın; sen görmezsin. Ancak bilirim ben. Her bir damla müzik senin kirpiklerinden...