Serin bir akşamdı ve Dolunay içinden biraz kızarak, biraz minnet duyarak adımlıyordu ıslanmış yolu. Saat çoktan on bire geliyorken dövme salonundan henüz çıkabilmişti; istediği tek şey evine gidip önce güzel bir banyo yapmak, ardından yatıp uyumaktı. Zira bugün öyle zahmetli bir şekilde ilerlemişti ki artık parmaklarını sarmış ağrısını bile umursayamayacak kadar bitkin hissediyordu. Fakat diğer yanda işini bitirdiği halde çıkıp gitmeyerek kendisini bekleyen adama da saygısızlık etmek istemediği için bu yola katlanıyordu. Üzerindeki kalın siyah ceketine iyice sarınıp kapüşonunu biraz daha çekti önüne doğru.
Sabah birkaç piyano dersiyle başladığı gününün artık ortalarına gelirken ağrıları da başlamıştı genç oğlanın. Parmakları sanki kemiklerini eritiyor gibi sancırken ağrı kesiciler de pek uzun vadeli bir sonuç vermediği için, Ömer'i aramıştı. Çünkü biliyordu ki artık ağrı kesiciler de ağrılarını dindirecek güce sahip değildi. Aslında belki de Dolunay bir psikoloğa görünse bunlar bir nebze azalırdı. Belki de zihninin kirli görülerinin birer gölgeleriydi parmaklarındaki bu güçlü isyanlar. Hiçbir fikri olmadığı gibi, uzun süre kafa yorunca delirecek gibi de hissediyordu. Derin bir soluk alıp ciğerlerine kristalleşmiş soğuğu gönderirken büyük spor salonunun sürgülü kapısından içeri girdi. Kimsenin kalmadığını, sadece Dolunay'a terapi yapabilmek için Ömer'in kaldığını biliyordu kumral oğlan. O kendi rahatından fedakârlık ettiyse Dolunay da eve biraz geç gidebilirdi.
"Selam," dedi Ömer diğerini görür görmez önleyemediği bir tebessümü de dudaklarında misafir ederken. "Hoş geldin."
"Merhaba."
Dolunay kapüşonunu sıyırırken diğer yandan etrafı inceliyordu meraklı kehribarlarıyla. Spor salonlarına karşı biraz önyargılıydı doğrusu; fazla yapılı bir vücudu yoktu, aşırı sağlıklı da sayılmazdı, egzersiz yapma düzeni bile o kadar dağınıktı ki Dolunay aslında sorumsuz olduğunu gayet iyi biliyordu. Bedenine iyi bakması gerektiğinin farkındaydı, o ise biraz hor kullanıyordu.
Ömer ise kollarını göğsünde birleştirmiş, tam önünde duran bedenin parlayan yüzünü izliyordu. Özenle dağılmış çillerini, ışığın altında parlayan hafif ıslak kirpiklerini, soğuktan kızarmış biçimli burnunu ve onun altında kalmış kırmızı, sanki kalemle çizilmiş gibi kusursuz duran dudaklarını. Alnına dökülen saçları ise yağmurdan olsa gerek nemli duruyordu. Rengi daha koyulaşmış, tutamlar birbirine dolanmıştı.
"Çok büyükmüş," dedi Dolunay sonunda gözlerini mavilere dikerken. "Çok kalabalık oluyor mu?"
"Yani, oluyor. Hafta sonuna yaklaştıkça insan sayısı da aynı oranda artıyor."
Dolunay ellerini ceplerinden çıkartıp önünde birleştirirken gözleri bu sefer Ömer'in arkasında kalan diğer kısımdaydı. Çeşit çeşit spor aletleri oldukça temiz bir şekilde diziliydi. Nizam her yerde kendisini belli ediyordu doğrusu, Dolunay bunu seviyordu.
"Bir şey içer misin?" diye sordu Ömer sonra. "Çay var yeni olmuştu, kahve de yapabilirim istersen."
Kehribarlar yeniden doldu mavilere. Sanki öylesine bir bakışmış gibi olan bu temas, Ömer'in kaburgalarını büküyordu. Ne vardı ki o bir çift kehribarlarda? O parlak kirpiklerinin altında nasıl bir büyü saklıydı da gencin göğsünü böylesine zehir gibi yakıyordu?
"Uykularım kaçıyor sonra," dedi Dolunay gülümserken. "Teşekkür ederim. Su varsa alabilirim ama."
"İstersen daha yumuşak bir şeyler de hazırlayabilirim. Sıcak çikolata, salep, sütlü kahve?"
Eğer o an duymasaydı belki de canı çok uzun bir süre salep çekmezdi ama maviler ısrarcıydı, üşüyen içi ise bunu istediğini belirtirce oğlanın bedenine bir irkilme yollayıverdi. "Tamam," gülümsedi Dolunay. "Salep olur o halde."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanlı Ağıt & Zehirden Notalar [bxb]
RomanceKırılmış kanlı parmaklarım ne zaman tuşlara değse, ağıt peyda olur ruhumun en dip, en izbe sokağında. Sen duymazsın; sen görmezsin. Ancak bilirim ben. Her bir damla müzik senin kirpiklerinden...