yıldızı bu kıza çok görmeyelim, basalım; yorumlarınız beni çok mutlu ve motive eder teşekkür ediyorum iyi okumalar:"))
*
Pazar; 16.54
astrid s-years
Karanlığın içinde rengârenk olmanın hiçbir önemi yoktur, diye düşünüyordu Dolunay. Ne zaman kıyafet dolabının karşısına geçse içinden bunlar yükseliyor ve beyninin içinde konferans veriyor gibi yankı buluyordu. Beyni tıpkı şikâyetçi bir dede gibi dakikalarca konuşuyor, konuşuyor ve konuşuyordu; Dolunay kendinden bunalsa bile kaçacağı hiçbir yeri olmadığı için sadece beyninin içini dinliyor ve yorulup susmasını bekliyordu çoğu zaman. Şimdi de yattığı yerde, kucağındaki kardeşine resimli kitaptan bir şeyler okurken aslında kafasının arka planında birçok sekme açıktı.
"Bu balık," dedi Doğukan sayfanın üzerine kocaman bir şekilde çizilmiş hamsiyi gösterirken. "Annem hep yapıyor yiyorum ben."
Dolunay onu başıyla onayladı sadece. Hafta sonu olduğu için terapi almıyordu ve elleri bu iki günün sızlanmasını yaşıyor gibi artık yavaş yavaş zorluk çıkartmaya başlıyordu. Normalde bu kadar kısa bir süre içerisinde bu denli ağrıları olmazdı, biliyordu, durumlar neden farklılaşmıştı?
Çünkü Dolunay kâbuslanıyordu.
Gece gibi üzerine çöken korkunç rüyalar bir türlü rahat vermiyordu. Tetiklenen birçok travmasının gölgesi ise parmaklarının üzerine düşüyordu elbette. Bunu tetikleyen ise Dolunay'ın Ömer'e ellerinin neden bu halde olduğunu anlatmak isteyişiydi. Aslında çok kısa bir an geçmişti kafasından bu düşünce; o iğrenç günden bahsetmek ve aslında ne kadar bitmiş olduğunu ona yansıtmak istiyordu.
Nedendi bu isteği?
Çünkü karşısındakinden öyle güçlü bir enerji alıyordu ki, kayıtsız kalamıyor gibi hissediyordu kendisini. Uzun zaman sonra birilerine içini açma isteği de ağır basıyordu artık. Yorgundu; Ömer'i liman olarak gördüğü falan yoktu ama yine de kendisine dost olabileceğini gayet tabii biliyordu. Zira diğeri o şekilde yaklaşıyordu, bu hissediliyordu. Birlikte fazla vakit geçiriyorlardı. Neredeyse her gün, bir saat.
"Acıktın mı?" diye sordu Dolunay gözlerini kapatıp başını geriye atarken. Yattığı yer zaten yumuşak ve rahattı ama kolunun altında yatan bedenin verdiği huzurla birlikte iyice mayışmış, iyice yerine göçecek kıvama gelmişti. Doğukan abartı bir şekilde başını iki yana salladığında, diğer yandan elindeki çocuk kitabını kenara itip abisine dönmüştü, Dolunay kirpiklerini aralayıp uykulu uykulu diğerine baktı.
"Ne oldu?" diye sordu sonra ufak çenesini parmakları arasında sıkıştırırken. "Üzgün müsün?"
"Gitmek istemiyorum."
Dolunay ufak bedeni kucaklayıp karnına oturttuğunda Doğukan hemen yıkılmıştı. Ellerini göğsüne sıkıştırıp iç geçirdi. Neden hafta sonu iki gündü? Abisini neden daha uzun süre göremiyordu? Her hafta yumruk kadar ufak yüreği bu ayrılık sancısını hissetmekten artık hastalanacak gibi hissediyordu. Fakat biliyordu ki eve de gitmesi gerekiyordu çünkü balıkları Doğukan olmadan çok üzülürlerdi.
"Uyuma," dedi Dolunay parmaklarını usulca kardeşinin sırtında gezdirirken. "Birazdan gideceğiz tamam mı?"
Gece kadar kör bir yarasa, dikiliyordu tam tepesinde. Her bir ısırıkla bıraktığı zehri öylesine yavaş, öylesine aheste aheste süzülüyordu ki gencin içerisinde, farkında varmak imkansızdı. Tıpkı bir hastalık gibi zuhur ediyor ve en az onun kadar inatçı bir nefretle yiyordu kalbini. Hayaletti diğerinin varlığı Dolunay'a.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanlı Ağıt & Zehirden Notalar [bxb]
RomanceKırılmış kanlı parmaklarım ne zaman tuşlara değse, ağıt peyda olur ruhumun en dip, en izbe sokağında. Sen duymazsın; sen görmezsin. Ancak bilirim ben. Her bir damla müzik senin kirpiklerinden...