Aile Mirası?!

198 12 19
                                    

22 Şubat 1517
Kahire

Osmanlı İmparatorluğu: Kadın

Artık gri gördüğü oda, biraz daha canlanmış gibiydi. Kendisinden başka kimsenin girmesine izin vermemişti. Her şeyi kendi yapmak istemişti. Şimdi ise, aylardır el değmemiş odanın kütüphanesinin hem tozunu alıp, hemde düzenliyordu. Tabii nasıl konulduğya tekrar eski yerine koyuyordu.  Arada bir anılar barından kitaplara bakıyor ve kendisi için anlam yüklenmiş o hoş kelimeler ile satırları tekrar okuyordu. Belki bunlar onu geri getirmeyecekti ama yine de onu yaşatan şeylerdi.

Mavi bez parçasını, tahta kovanın kenarına astı. Ardından ise kurulama yaptığı beyaz bez ile de ellerini kuruladı. Yavaş yavaş kitaplara baka baka onları ait oldukları yere yerleştirmeye başladı.

Yerleştirmek için eline bir kitap aldı, fakat onun sürekli yazarken yazdığını görürken ki kitap olduğunu fark etti. Özel şeyler yazmış olacak ki kimseye okutmazdı.
Kitaplığa koymak için yeltendi ancak merak içini sarmıştı. Acaba okusa mıydı? Bir an kendi düşüncelerine kızdı. Hiç özel olan bir şey okunur muydu? Hem başkası öğrenirse ne diyebilirdi ki? Aslında kimse ona bir şey diyemezdi. Ne de olsa kendisi koskoca İmparatorluktu. Herkes karşısına geldiği zaman dut yemiş bülbüle dönüyordu.

Kendisine daha düşünme fırsatı tanımadan kitabı kavradı ve müsait gördüğü yere hemen kovanın yanına bağdaş kurarak oturdu. Sırtını ise daha temizlemediği alt raflara yasladı.
Kendisi arasında gidip geliyordu...

En sonunda dayanamayıp kapağın ilk sayfasını açtı. Karşısına sarı renkte bir mektup vardı. Üzerinde de Memlûk'ün kendi mührü duruyordu. Çekinerek mektunu aldı ve havaya kaldırdı. Arkasını çevirdiği zaman ise kendi adını fark etti.

Türkiyye'den Osmaniyye'ye...

Parmağı ile yazının üzerinde gezdirdi.
Alışmıştı artık, daha geriye kalan anılardan bir şey hissetmiyordu. Tam da mührü kırıp, zarfı açacağı zaman kapının tıklanması ile dondu. Kaşlarını çatarak kapıya baktı. Tam da zamanında çalınmıştı kapı! Aslında çalışanlara kendisinin rahatsız edilmek iatenediğini belirtmişti. Ya acil bir şey olduysa?

Oflayarak elinde ki kitabı kapattı ve ayağa kalktı. Üzerini silkeledi. Masaya kitabı bırakırken kapıda ki kişinin gelmesi için seslendi.

Erkek çalışan, elinde ki küçük orta boy gümüş bir tepsi ile içeri girdi. Elinde garip bir silah vardı? Sanki daha çok savaş aletine benziyordu? Kaşlarını çattı.

"Neler oluyor?" diyerek sordu.

Çalışan, başını saygıyla eğidi ve konuşmaya başladı.

"Efendim, bunu Sultan Selim Han Hazretleri gönderdi. Sizin de bakmanızı istediğini belirtti."

Sessizliğini korudu Osmaniyye. Bu yolla tabiki de Selim'in aklında bir şeyler olduğu belliydi.

"Tamam o zaman, masanın üzerine bırakıp çıkabilirsin."

Çalışan, başı ile onaylayarak kendine verilen emiri yerine getirip odadan çıktı...Gözleri yastığın üzerinde ki silaha takıldı. Daha çok bir süngüye benziyordu. Silahın üzerine biraz eğildi ve dokunmadan gözleri ile incelemeye başladı.

Gözüne çarpan ilk şey üzerinde bulunan altın detaylarıydı..Altına öyle bir şekil verilmişti ki kişiye kendisine çekiyordu..Büyük olasılıkla kola takılan yerinde de altın işlemeler vardı. O an silahın hiç duymadığı bir mana hissetti. Kaşları çatık halde geri çekildi.

Bu silah mana yayıyordu. Büyük bir ihtimalle silahın sahibi bir ülkeydi.

Yüzü, düşünceli bir hal aldı. Mısır Ailesinden hangisi bu silahı kullanabilirdi ki?

Gözlerini süngü den ayırmadı ama ona dokunmak istiyordu. İçinde birden büyük bir istek belirmişti.
Kendini kontrol etmek amacı ile yutkundu.

Hayır! Kesinlikle olmazdı!
Yapamaz, o ne olduğu belli olmayan şeye dokunamazdı. Onu boşvererek arkasını döndü ve kitaplığa doğru gitti.

Ama aklı hâlâ ondaydı-
Hevesle küçük bir çocuk gibi başını arkaya çevirdi. Sanki karşısında ki silah değil de yenemesine izin verilmeyen şekermiş gibi ilgiyle bakıyordu.

Tam o esnada kapı tıklandı.

"Gel!" diyerek seslendi. Bu sefer beklemediği kişi olan Sultan Selim'di.

"Selim? Bir sorun mu var?"

"Gelebilir miyim ilk önce?"

"Bu bir soru mu? Tabiki de gelebilirsin!"

"Sana gönderdiğim silahı görmüş olmalısın?" diyerek yanına geldi. Daha sonra da bir kitaplığa bir de yerde ki kitaplara baktı.

"Evet, evet gördüm. Bu arada dağınıklık için kusura bakma!"

"Sorun yok." diyerek ayağının dibinde ki kitapları kenara çekti.

"Herneyse- Selim o kitap aman silah işte içinde mana var."

Sultan Selim, kaşlarını çattı.

"Demek ki tahminim doğru çıktı. Savaş hazinesi olarak bu şey bulunduğu yerden farklıymış. Özel bir kutunun içindeymiş ve en uç köşeye sıkışmış, zar zor çıkardıklarını söylediler."

"Özel bir kutu mu?"

Selim, başı ile onayladı.

"Üzerinde arapça ve şu antik dil olan şeyler yani yazılar varmış-"

"Şüpheli değil mi?"

"Hem de çok.."

"Diyorsun ki bu eskiden bir ülkeye aitti?"

"Aynen öyle ama bu kişinin Memlûk olduğunu düşünmüyorum."

"Memlûk'ü hiç süngü kullanırken ya da konusunu açtığını zannetmiyorum. Büyük ihtimalle başka bir Mısır Devlet'ine aitti."

"Her neyse şu anda bize ait. Ve ben onu başkentte götürmek istiyorum. Senin için bir sıkıntı olur mu?"

Osmaniyye, bakışlarını yöneticisinden çekip masanın üzerinde ki silaha baktı.
Acaba kullanıcısı kimdi?

Cevap vermek yerine masaya doğru yöneldi. En sonunda silahın önünde durdu.

Hiç kuşku duymadan silahı eline dikkatli bir şekilde aldı. Silahın üzerinde bir lanet yoktu ya da kendisine karşı bir tepki vermemişti.

"Benim için fark etmez. Ama bende kalacaktır."

"Nasıl istersen.."

𝐆𝐞𝐜̧𝐦𝐢𝐬̧ 𝐕𝐞 𝐒̧𝐢𝐦𝐝𝐢 || 𝐂𝐨𝐮𝐧𝐭𝐫𝐲𝐡𝐮𝐦𝐚𝐧𝐬-𝐎𝐧𝐞𝐬𝐡𝐨𝐭𝐬Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin