Ormanın ortasında, etrafım ağaçlarla çevrili öylece durup gökyüzünü seyrediyordum. Burada daha önce bulunmuşum gibi hissediyorum. Acaba daha önce gelmiş miydim yoksa bana anılarımdan dolayı mı tanıdık geliyordu. Etrafa baktım ama ağaçlar dışında görebildiğim bir şey yoktu.
"Benim küçük meleğim neredesin?"
Bu ses, ama bu anneme aitti. Küçükken bana hep böyle seslenirdi. Telaşla etrafıma bakındım neredeydi. Ona seslenmeliydim, beni bulamadığı için endişelenmesini ya da beni burada bırakıp gitmesini istemiyordum. Ama bir türlü sesimi bulamadım. Korkuyla ağaçlara doğru koşmaya başladım. Neredesin anne? Lütfen, lütfen beni burada tek başıma bırakma. Nefesim kesilene kadar koştum. Ama annemi bulamadım, onun yerine kaybolmuş hissediyordum. Sonra tekrar o sesi duydum.
"Evân, küçük meleğim neredesin?"
Seslenmek istedim. Avazım çıktığı kadar buradayım diye bağırmak. Ama sesimi hâlâ bulamıyordum. Sonra ağaçların arasındaki beyaz parıldayan şeyi fark ettim. Onu takip etmem gerektiğini hissediyordum. Önce arkasından koştum, onu da kaybetmekten korkuyordum. Parıldayan şeye yetiştiğimde yavaşladım. Tam arkasından onu takip ediyordum. Ağaçlık alanın sonuna geldiğimizde parıltı hızlandı. Bende arkasından tekrar koşmaya başladım. Yorulmaya başlamıştım ve onu kaybediyordum. İçimi büyük bir telaş kapladı. Görüş alanımda çıkınca onu kaybettiğimi düşündüm. Yere çömelip ağlamaya başladım. O anda parıltı tekrar görüş alanıma girdi. Benden uzaktaydı ama onu görüyordum. Durdu ve şekil almaya başladı o kadar parlaktı ki kolumla gözlerimi kapatmam gerekmişti. Işık biraz sönünce merakla kolumu gözlerimden indirdim.
Karşımdaki annemdi. Koşup ona sarılmak istedim, özür dilemek onu bırakmak istemediğimi söylemek. Ama kıpırdayamıyordum. Beni neyin tuttuğunu anlamaya çalışıyordum. Hâlâ yerde olan kollarıma ve bacaklarıma baktığımda sarmaşıklara dolandığımı gördüm. Kurtulmaya çalıştıkça daha derine batıyorlardı. Dikenlerini hissedemesem de kollarımı sıktıklarını hissediyordum. Başımı tekrar kaldırdığımda annemle yer değiştirdiğimizi fark ettim. Şimdi o ormanın sınırında durup bana bakıyordu. Ve arkamda bir yere bakıyordu. Arkama baktığımda uçurumun kenarında olduğumu gördüm.
Ne zaman yer değiştirmiştik, neler oluyordu? Anneme doğru döndüğümde kaybolmuştu. Onunla birlikte sarmaşıklar da gitmişti. Aceleyle ayağa kalkıp kollarıma baktım. Bir gariplik vardı, bunlar benim kollarım değildi. Kendimi süzdüğümde 14 yaşımdaki babamın cenazesindeki halim gibi göründüğümü anladım. Etrafıma baktım, korkuyordum. Ne olduğunu anlayamıyorum. Uçurumun kenarında şimdi biri dikiliyordu. Bana burada neler döndüğünü anlatabileceğini düşünerek yanına gittim. Yanına vardığımda Michael ile karşılaştım. Onu ilk gördüğüm günkü gibi görünüyordu. Tek fark gözleri çok cansız duruyordu.
Uçurumun kenarında yan yana duruyorduk. Bana bakıp cansızca gülümsedi. Boşluğa doğru adım atmadan önce elini bana doğru uzattı. Onu tutmaya çalıştım ama dengemi kaybettim. Düşüyordum o ise yukarda hâlâ elini az önce olduğum yere uzatıyordu. Dikkatli bakınca 14 yaşındaki halim hâlâ orada duruyordu. Ama şu anki halim düşüyordu. El ele tutuştuklarını ve sarıldıklarını gördüm. Ve Michael'ın fısıldadığı son sözleri duydum.
"Ölümün bizi ayırmasına izin vermeyeceğim."
Derin bir nefes alarak uzandığım yerden kalktım. İlk fark ettiğim şey çığlık atıyor olduğumdu. Gözlerim yaşlıydı ve bir şey hareket edemeyeceğim kadar sıkıca beni kavramıştı. Ondan kurtulmak için çırpınmaya başladım. " Tamam geçti." Dediğinde beni kavramış olan şeyin bir şey değil biri olduğunu anladım ve onla savaşmayı bıraktım. Biraz daha kendime geldiğimde en az bir düzine insanın endişeli bakışlarla başımda toplandığını fark ettim. Tamamen sakinleştiğimi anlayınca beni saran kişi beni bıraktı. Görüş alanıma giren endişeli ela gözler tüm karmaşık duygularımı bastırıp şaşkınlığı öne çıkardı. Michael önümde duruyordu. Bana dikkatlice bakıp her şeyin normale döndüğünü görünce tek kelime etmeden peşine taktığı birkaç kişiyle odayı terk etti. Diğer insanlarda teker teker odayı terk edince sadece Elizabeth ve ben kaldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uçurum
FantasyYaşananlar bir sis bulutu gibi çökmüştü kızın omuzlarına. Nefes almasını güçleştiriyordu. Karşısında ona bakan adamın gözlerindeki çaresizliği gördükçe daha da nefes alamaz oluyordu. Sanki tüm evren onların bir arada olmalarına karşıydı. Ne kadar de...