12| Melis

637 45 79
                                    

Arabayla 40 dakika süren yolculuk sonunda derenin yanına, ağaçların arasına yapılmış olan tatlı bir mekana geldik. Böyle yerlerde kahvaltı yapmaya bayılıyordum. Yeşilliklerin arasından geçip ahşap terasa geçtik. Camla çevrili olduğundan soğuk değildi. Masanın başına, cam kenarına kuruldum. Sena yanıma, Hürkan karşıma oturmuştu. Evet, Sena'yı da yol üzerinden alıp geçmiştik bu cennete. Hürkan'ın yanında Kaan, Kaan'ın yanında Emre, Emre'nin karşısında Mert, Mert'in yanında Ali ve Ali'nin karşısında da Ömer vardı. Ömer'le bu kadar ayrı oturmamız biraz hüsrana uğratsa da dört gözle serpme kahvaltımızı beklemeye koyuldum yeşil manzaramı izlerken. Havası bile farklı resmen buranın.

Emre "Dünya'dan Ecem'e, Dünya'dan Ecem'e. Bizi duyuyor musun? Aloo?"

"Ne? Ha?" şaşırıp masaya geri döndüm. Elimi çeneme yaslamış tepeden yeşil ağaçlarla beraber denizi izlediğim için dalıp gitmiştim.

Mert "Transta o şimdi. Gördü ya yeşili, börtü böceği, takmaz bizi."

"Abart Mert. Bir de bayıl istiyorsan?" masadaki kahkaha sesleri artarken sohbet akmış kahvaltılıklarımız da gelmişti. Başta herkes aç olduğundan ve yemek yemeye odaklandığından kimse konuşmadı. Sonra yavaş yavaş doyan ben masadakilere sataşmaya başladım.

"Ekmeği azalt be Emre, üç lokmanın üçü de ekmek."

Ağzındakileri çayıyla ıslatıp yutarken bana pis bakışlar attı.

Mert "Sen Emre'ye laf atacağına yesene kızım, iki lokma yiyip bıraktın yine."

Ömer "Hakketten zeytin, peynir, bir dilim de ekmek yemedin mi sen? Bu kadar değildir heralde kahvaltın?"

Sena "Değildir ya, daha melemen gelecek o yüzdendir."

Hürkan "Bana hiç öyle gelmedi. Yediği bir dilim ekmeğin son parçasını ağzına attıktan sonra bardağında kalan son çayı da içip kahvaltısını aklında bitirmiş gibiydi."

"Oha, lokmalarımı mı sayıyorsunuz ya?"

Hürkan çayımı termosla yenilerken Ali de tabağıma peynir çeşitlerinden ve kendi soyduğu haşlanmış yumurtadan koydu. Allahım... Birileri benimle böyle ilgilenince çok utanıyorum. "Teşekkür ederim..."

Kaan "Utandı kız, çok üstüne gittiniz."

Umut "yemek istemiyorsan zorlama."

"Yok yerim sorun değil. Devam edin siz de, durmayın öyle."

Geri önlerine döndüklerinde bu sefer yerken sohbet etmeye başladık. Böyle böyle saatler geçti derken cidden şişmiştim. Herkesin de benimle çocukmuşum gibi ilgilenmesinden elde olmaksızın şımarmıştım. Böyle olunca da ister istemez daha fazla ilgi almak ve el üstünde tutulmak istediğimi fark ettim. Şehre geri döndüğümüzde kavramıştım bunu. Akşama doğru güneş açınca hava biraz ılımıştı bu yüzden sahalara gitmeye karar vermiştik. Arabalar bir yere park edildikten sonra sahalara kadar yürümek zorunda kaldığımızda Ömer'le kaynaşma fırsatını kaçırmayıp onun koluna girdim izin isterce. İstifini bozmayıp, daha sıkı tutunabilmem için kolunu bükmüştü.

Ömer "Nasıl hissediyorsun?"

"Hm? Ne konuda?"

Ömer "Ayağın. Ağrıyor mu?"

"Haa, yok ya. İyi şu anlık. Üzerine basmadığım sürece sorun yok." dedikden üç saniye sonra yanlışlıkla, refleks olarak, basmamla acıdan çıklık attım. Tamam yok bir şey yok bir şey. Sakin sakin... Hem çığlık kadar yüksek bir bağırış değildi, abarttım. Ömer panikle belime kolunu sarıp bedenimi kendine yaslayarak ağırlığımın çoğunu yüklenirken Hürkan da diğer yanıma koşup boştaki kolumu omzuna atıp belime sarıldı. Şu an yarı havadaydım.

Hürkan Gügen - Bir Romantik KomediHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin