Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, olur mu? Bu yazma için olan motivasyonumu ve keyfimi arttırıyor.
Keyifli Okumalar!
Elimdeki acı kahvenin damağımda bıraktığı acı tat gibi, ruhumun damağında da acı bir tat bırakan şeyler vardı.
Çok sıcak bir içecek içtiğinizde nasıl damağınız yanar da, diliniz tüm gün üst damağınızın kabaran derisinde dolanır, kendini meşgulü eder ya benim de beynimdeki düşünceler o şekilde ruhumu meşgul ediyordu. Tamam dur artık diyorum düşüncelere, sonra bir bakıyorum yine düşünür haldeyim.
Susturamadığım tüm düşüncelerin bana gerçeği vermesine muhtaçtım ama gerçekler benim düşüncelerimde yoktu. Birileri her gece yatmadan önce kafasını koyduğu kuş tüyünden yastıklarının altına saklamıştı gerçekleri ve ben o gerçeklere bir şekilde ulaşmak zorundaydım.
İçime çektiğim zoraki nefes, ciğerlerime sigara dumanlarıyla kirlenen havayı doldurdu.
İçimdeki kendisini bir ağacın dalına kalın bir urgan yardımıyla asan ruhumun iskeletinin ölü bakışlarıyla çevreme göz gezdirirken gözlerim öylesine bir yerlerde takılıp kaldı. Bir süre gözlerimin nerede durduğunu bile fark etmedim çünkü bakıyordum ama görüp görmediğimi umursadığım söylenemezdi. Sabah olanları düşünüyordum.
Okulun ilk günü, üniversite hayatımın ilk dersine girmek için erkenden uyandım demek isterdim ama uyanmak için öncelikle uyumam gerekirdi. Tüm gece gözümü bir an olsun yumamamıştım ama o defteri alıp bir kelime daha da okuyamamıştım. Sehpaya bıraktığım deftere, kalbime yerleştirilen bir bombanın uzaktan kumandasıymış da parmaklarımın ucuyla bile dokunursam o bomba göğsümü paramparça edecekmiş gibi yaşlarla dolu gözlerimle bakıp durmuştum tüm gece.
Gerçekler içimi yakmıştı ama kavurmasına izin vermemiştim. O defteri kapatmıştım. Okuyamamıştım. Ne tamamını okuyabilmiştim ne de devamını.
Benim pembe tütülü eteğiyle salonun orta yerinde dans eden çocukluğumun en büyük kahramanı, kanım, canım, arkadaşım bunu yapmazdı, yapmamalıydı.
Üstelik gece boyu uyuyamamış olmam yetmezmiş gibi sabah, tüm geceyi gözlerimi kırpmadan uzanarak geçirdiğim o kanepeden kalkıp kendime kahvaltı hazırlarken çöp kutusunun içinde bir şey bulmuştum. Beyaz renkte, bacakları gövdesinden kırılmış, kana benzesin diye üzerine boya sürülmüş porselenden bir balerin biblosu. Polisler müzikal sabahı evi bir köpek yardımıyla aramışlardı ama çöp kutusuna bakmamış olmalıydılar çünkü müzikalden bir önceki akşam çöpü boşaltmıştım ve çöpte bir iki kullanılmış peçete ve biblo dışında bir şey yoktu. Eğer çöp kutusuna bakmış olsalar bibloyu görürlerdi. Bibloyu ve yanındaki notu.
Her çiçek solar, her canlı ölür vakti geldiğinde
Vakti geldiğinde ala bulanır tüm beyazlar
Çünkü aldır kanlar ve şaraplar
Beyazın ala bulandığı an
Bil ki bu senin için son an
O notu ve bacakları kırık, porselen bibloyu almış polise götürmüştüm. İlgileneceklerini söylemişlerdi ama o kadar umursamaz görünüyorlardı ki içten içe biliyordum. Cinayeti kimin işlediği umurlarında bile değildi. Dünyanın bir uyuşturucu kullanıcısından kurtulduğunu düşünüyorlardı.
Bir domuzu boğazlıyormuşçasına etrafa yayılan tiz sesle gözlerim daldığı yerden ayrıldı ve istemsizce ses gürültüsünün kaynağına çevrildi. Kalabalık bir arkadaş grubu çıkarttıkları yüksek sesin insanları rahatsız edip etmeyeceğini umursamadan eğleniyorlardı. Gizlemek için çaba sarf etmediğim rahatsız bakışlarımla yüzlerine baktım ve soğumaya başlayan zift karası kahvemden bir yudum daha aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Porselenden Hayatlar
Beletrie❝𝐴𝑑ı𝑚ı 𝑏𝑖𝑙𝑒 𝑏𝑖𝑙𝑚𝑒𝑧𝑘𝑒𝑛 𝑏𝑒𝑛𝑖𝑚𝑙𝑒 𝑑𝑎𝑛𝑠 𝑒𝑡𝑚𝑒𝑘 𝑖𝑠𝑡𝑒𝑑𝑖𝑛, 𝑠𝑒𝑣𝑔𝑖𝑙𝑖𝑚. 𝐺ö𝑧𝑙𝑒𝑟𝑖𝑛 𝑔ö𝑧𝑙𝑒𝑟𝑖𝑚𝑑𝑒𝑦𝑘𝑒𝑛 ç𝑎𝑙𝑎𝑛 𝑚ü𝑧𝑖ğ𝑖𝑛 𝑘𝑎𝑙𝑝 𝑎𝑡ış𝑙𝑎𝑟ı𝑚ı𝑛 𝑠𝑒𝑠𝑖𝑛𝑖 𝑏𝑎𝑠𝑡ı𝑟𝑑ığı𝑛𝑎 𝑖𝑛𝑎𝑛𝑑ı𝑚...