Çeşit çeşit yemekle dolu tepsiler daireye getirilirken Zerrin etrafını inceliyordu. Büyük sedirin üstü yumuşacık bir kumaşla kaplanmış kuş tüyü ile doldurulduğuna emin olduğu kırlentlerle bezenmişti. Yerdeki halı ise tüm şatafata uyum sağlıyordu. Valide Begüm Sultan yanındaki hatunlarla konuşuyor yerine getirmeleri gereken birkaç husustan bahsediyordu söyleyecekleri bittiğinde hatunlar müsaade isteyip ayrıldılar. Valide Begüm ve Zerrin'in yanı sıra yemek esnasında hizmet etmek için iki genç kadından başka kimse kalmamıştı dairede. Sofraya oturduklarında heyecandan Zerrin'in elleri titriyordu. Hemen karşısında oturan kudretli kadın tüm otoritesine ve ağır bakışlarına tezat oldukça nazikti de öyle ki tepsideki yemeklerden yemesi için ısrar ediyor ara sıra Zerrin'e çok narin olduğunu söyleyip takılıyordu. Muhabbet öylesine akıyordu ki iki kadının kıkırtıları hemen kapının önünde bekleyen hatunları bile gülümsetiyordu. Yemek yenip sofra toplandıktan sonra birlikte sıcak tarçın şerbeti içmişlerdi. Muhabbetin ve akşamın sonuna doğru Valide Begüm Sultan cesur ve girişken tabiatının aksine onu incitmekten çekinerek baktı Zerrin'in yüzüne. Kalabalıklar içindeki yalnızlığını sezmiş gibiydi; bu toy genç kadının çevresini incelerken gezinen meraklı bakışları ve attığı her adımdaki tereddüt bulunduğu yere hatta belki de zamana yabancı olduğunun kanıtı gibiydi. Geçmişini hatırlamıyor oluşuna üzülürken içten içe bir ağabeyinin oluşuna da sevinmişti zira kendi evladı gibi gördüğü kadının yapayalnız olmasına gerçekten üzülüyordu ki öte yandan hatun eninde sonunda gidecekti bundan ötürü Valide Begüm bağları kopsun istemiyordu keza oğlu Şehzade Turgut ile aralarındaki münasebetin de farkındaydı "Zerrin Hatun evine ulaştığında bana mektup yaz elbet buraya gelip giden birileri olacaktır". Zerrin bu kadife sesli kadın berbat bir şey istese dahi hayır diyemezdi sanırım "Elbette size yazacağım Sultanım zira hakkınızı ödeyemem bana çok yardım ettiniz kucak açtınız". Söyledikleriyle farkında olmadan yine Valide Sultan'ı etkilemişti bununda karşısında kadın söyleyecek bir şey bulamamış sadece gülümsemişti. İkisi de dile getirmese de vedalaşmışlardı. O akşamın gecesi Zerrin kendi dairesindeyken sanki sabahına ağabeyinin geleceğini hissetmişti. Balkona çıkıp hep yaptığı gibi tırabzana oturup uzun uzun seyretti geceyi. Bahçedeki ay o gece daha parlak daha yakındı öyle ki yeryüzüne inmiş gibi havuzun yüzeyinden yansıyan ay ışığı etrafını aydınlatıyordu lakin cesaretini toplayıp etrafına bakamadı. Kimin onu gördüğü ya da göreceğini bilmiyormuş gibi yapmak en iyisiydi ne de olsa gidecekti. Çok gecikmeden odasına döndü yatağına uzandığında gün içinde olan biteni düşünmekten alamadı kendini. Şehzade Turgut'un nazik tavrını annesinden aldığına emindi üstelik yumuşak bakışları da benziyordu. Parmak uçları ile avuç içlerini yokladı çizikler hâlâ sızlıyordu ve emindi bu tatlı sızıları hep hatırlayacaktı. Başlarda bilmediği ve anlam vermediği bu zamanda kısılıp kaldığını düşünse de her şey bambaşka bir hâl almaya başlamıştı. Çevresindeki insanları sevmişti ve ailesini de merak etse de içten içe Şehzade Turgut hususunda kendine kızıyordu. Her ne kadar kendi çapında etini çimdiklemek ya da yüzüne su çarpmak gibi gerçeklik denemeleri yapmış ve tüm duyu organlarıyla bulunduğu zamanı ve bedeninin varlığını kanıtlamışsa da olur da bir gün her şey eskiye döner hiç hazzetmediği tarih filminin setinden çıkarsa veyahut rüya biterse olur da bu yabancı zaman dilimi ceza gibi bir hâl alırsa ne yapacağını bilmiyor tüm bunları düşündükçe midesine kramplar giriyordu. Her şeyin yanı sıra bir de Şehzade Turgut'un ilgisi vardı ki adamı sevmiş ve ondan bir hayli etkilenmişti yine de o bile büsbütün ürkütücüydü. Tarih romanında gibi hissettiren zaman döngüsünde aşık olmak, birini sevmek olaylar silsilesini komple arapsaçına çevirirdi bu yüzden o gece sarayda kalan son saatlerini olandan daha mesafeli geçirmeye karar verdi hem böylelikle ayrılmak daha kolay olur içinden sessizce vedalaşabilirdi onunla. Sabahın ilk ışıkları ile uyanmıştı; Afife odaya girip onu uyanık gördüğünde şaşırdı Zerrin uykuyu seviyordu. Kahvaltısını normalden daha erken yapıp atına bakacağını söyleyerek akşama doğru dışarı çıkacağını duyurdu; Afife'nin işi çoktu bu yüzden uzaklaşmaması hususunda tembihledi sadece. Saatler sonra ayaklandığında planına göre önce ahıra uğrayıp seyisten atını hazırlamasını isteyecekti lakin ahıra yürürken boş alanda atını gördü. Atına doğru yaklaştıkça hayvanın diğer tarafındaki simayı fark etmiş ve hemen tanımıştı. Şehzade Turgut'u gördüğünde aklından dairesine dönmek geçse de göz göze geldiklerinde bundan vazgeçti zira saygısızlık yapmak istemiyordu. Göz göze kalmanın tuhaflığından olsa gerek başı önünde ilerledi boş alana. Atının yanına geldiğinde Şehzade Turgut elindeki kaşağıyı uzattı, sanki Zerrin'i bunu yapması için bekliyor gibiydi. Genç kadın hafif bir tebessümle kaşağıyı alıp hayvanın tüylerini taramaya başladı bir yandan da Şehzade Turgut'un yaptığı gibi boynunu okşuyordu. Kısa bir sessizlikten sonra suskunluklarını ilk bozan Zerrin oldu "Mendilinizi yıkadım fakat dairemde bırakmıştım sizinle karşılaşmayı beklemiyordum". Şehzade Turgut belirgin bir şekilde gülerken konuştu aslında aldığı haberler yüzünden pek keyfi olmasa da Zerrin Hatun ile bir araya gelince aksini yapamıyordu "Senin olsun, hem biriktireceğim dememiş miydin?" Zerrin, adamın esprisine gülerek katılırken içten içe mahcubiyeti için üzgündü çünkü etrafındaki insanlar ona cömertlik ederken kendisi sadece cömertliklerini kabul ediyor madden bir karşılık veremiyordu. Mahcubiyeti arasında aklına gelen fikirle elini kuşağına götürdü. Hançeri yanındaydı; daha birkaç gün önce dairesinde oturmuş hayranlıkla uzun uzun incelemişti. Hançerinin kabzasının üzerinde şahlanmış bir at oyması vardı tahmin ettiği kadarıyla rahat tutması için kabzası uzun yapılmıştı; ince bir çekiçle dövülmüş ve oluşan çizikler kum gibi tanecikli değerli taşlarla bezenmişti. Hançerin tabanı desensizken kınının ortasında bir güneş deseni vardı üzeri sarı bir taş ile doldurulmuştu ve uç kısmında ise Zerrin yazılmıştı yazı o kadar ince işlenmişti ki yakından bakmayınca belli bile olmuyordu. Eli hançerinde kalmış cesaret edip Şehzade Turgut'a uzatamamıştı en azından mesafeli olma kararına sadık kalmalıydı. "Ağabeyinden haber aldım Hatun, bu akşam burada olurlar onları şehrin girişinde askerlerim karşılayacak ve sarayın dışındaki misafirhanede istirahat edecekler görüşeceğim zaman seni de çağıracağım". Saraydaki zamanının sonuna gelmişti anlaşılan sadece teşekkür etmekle yetindi, söyleyecek bir şey bulamamıştı. Kaşağıyı Şehzade Turgut'a geri uzatırken boğazına oturan yumrudan dolayı kısık çıkan sesiyle konuştu "Size eziyet verdiğim için üzgünüm ailemle bir araya gelmem benim için iyi olacak en azından kim olduğumu öğreneceğim". Söyledikleri Şehzade Turgut'a tuhaf gelmiş ailesinden birisini görecek olmanın Zerrin'i ürküttüğünü anlamıştı ve Sungur Alp'ın imalarından kaçsa da kendisi de bu hatunun aklını başından aldığının farkındaydı. "Korkma Zerrin Hatun gelenin senin ağabeyin olduğunu ağabeyim teyit ettirdi hem ağabeyini önce ben göreceğim konuşacağım". Yusuf'un gelişine kızgındı gözünü kapattığında efsunlanmışçasına yokluktan duyduğu sesin sahibini; her ferahlamak istediğinde baktığı manzarasını alıp götürecek olması sinirine dokunuyor Zerrin'i sarayda tutacak bir sebebinin olmaması ise mevkiine ve bütün yetkisine rağmen çaresiz hissettiriyordu. O gün akşama saatler kala atın yanından ilk ayrılan Zerrin olmuş Afife'yi meraklandırmak istemediğini söyleyip müsaade istedikten sonra dairesine dönmüştü. Her ne kadar ikisi de ağzını açıp bu konuda tek kelime etmese de Zerrin de Turgut'tan farklı değildi üstüne üstlük yaşadığı zaman karmaşası iyice elini kolunu bağlıyor yaşadıklarını kimseye anlatamadığı için kaygı hissinden kurtulamıyordu. Afife'yi ortalıkta göremeyince yatağına uzanıp kapattı gözlerini uyumak istemiyordu sessizliğin getirisinden midir bilinmez düşüncüleriyle boğuşurken içi geçmişti. Hava kararmış üzerini örtmediği için de farkında olmadan bir hayli üşümüştü. Atının dizginleri de havanın etkisiyle buz gibiydi. Deriden yapılmış dizginler parmaklarından avucunun içine kayarken üzerindeki elbisenin kirlenmesine aldırmadan yağmura rağmen daha da hızlandı. Nerede olduğunu anlamakta zorlanmadı. Ölümün kıyısında kaldığı ormanı unutması mümkün değildi. Takip edildiğini anladığında bile aklında ağabeyi Yusuf vardı; nedenini bilmiyordu ama kaçtığı kişinin ona zarar vermesinden korkuyordu. Bir şekilde dönüp ağabeyine dikkatli olmasını söyleyecek hatta yardım isteyecekti. Gökyüzü büyük bir gürültü ile kırılırken ormanın daha da derinliklerine dalmıştı. Atının üzerinde bacaklarını sıkmış düşmemek için mücadele ederken hayvan koşmaya başlamış ağaçların sık olduğu alanda durduğunda ise birkaç kez şaha kalkmıştı. Peşinden gelen adamın yakınlarda olduğunu sezse de arkasına dönüp bakmaya cesaret edememiş yüzünü görmemiş yanı sıra korkusuna ve tedirginliğine atının öfkesi karışmıştı. Hayvan tekrar şaha kalkınca Zerrin başını ağacın gövdesine sertçe çarpmış daha sonra sırtı toprakla buluşmuştu. Soğuk ve rüzgar bedenine hücum ederken acıyla kıvranmış sonrasında bilinci kapanmıştı sanki bir şey görmüyor ya da duymuyordu lakin takipçisinin yaklaştığını hissediyordu. Karanlık bir his süratle üzerine yaklaşırken gördüğü kabustan sıçrayarak uyandı. Dairenin içi aydınlıktı ve Afife de hemen yanı başındaydı "Seslendim ama duymadın Zerrin Hatun, seni misafirhaneye götürmek için geldim ağabeyin geldi..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZERRİN
RomanceZerrin, genç kızın ne söylediğini anlıyordu fakat konuşması farklıydı. Sanki ülkenin bir ucundan diğer ucuna seyahat etmişti de aynı dili farklı bir ağızdan duyuyordu "Zerrin Hatun, nasılsın ağrın var mı?" Adını bilmesine şaşırmıştı ve yeni yeni düş...