20

111 10 0
                                    

Rüzgar öyle güçlü esti ki başlığını sıkı sıkı tutmak zorunda kaldı. Üzerine giydiği kaftan yakasını ipek tülle kapattığı elbisesinin içine soğuk rüzgarın girmesini engelliyordu. Ağabeyini beklerken kafasını gökyüzüne kaldırdı kara bulutlar toplanmış yanı sıra güneş de görünmez olmuştu. Derin bir nefes alıp temiz havanın ciğerlerine dolmasına izin verirken gelen kalabalığı fark ettiğinde hemen arkasındaki duvara yaklaştı, kalabalığa yer vermek istemişti kendince. Gelenin kim olduğunu gördüğünde ellerini nereye koyacağını bilememiş nihayetinde önünde birbirine kenetlemişti. Valide Begüm ve Şehzade Yusuf arkasında bir kalabalıkla önüne geldiğinde hafifçe eğilerek selamladı onları. Şehzade ile göz göze gelmekten kaçınırken Valide Begüm sanki bilerek yapıyor gibi Zerrin ile sohbet etmek için çabalıyordu. Havadan sudan konuşmuşlardı hatta Valide Begüm rahat olup olmadığını bile sormuştu. Nihayet gittiklerinde Zerrin utançtan yanıyordu. Önceki akşam yaptıkları aklına geliyordu. Ona bahşedilen ikinci şansta aşkı bulduğuna inanamıyordu. Ağabeyi geldiğinde olduğu yerde toparlandı, birlikte sarayın diğer tarafına yürüyüp Ayşe ve ağabeyleriyle buluştular. İki genç kız arkalarından takip ediyorlardı. Şehir merkezine kadar yürümüş oradan da pazara geçmişlerdi. Daha önce geldiği pazarda tekrar geziyor olmak tuhaf hissetmesine neden olsa da Zerrin bozuntuya vermedi o gün uzun bir süre tezgahları gezdiler. Saraya döndüklerinde Zerrin önce hamamda yıkanmış sonra da bir güzel yemek yemişti. Duvarda yanan ocağın önünde saçlarını kurutmuş Sıdıka hoş kokularla saçlarını şekillendirirken usluca oturmuştu. Yorgunluktan olsa gerek başını tutamayacak gibi olduğunda hafifçe geri çekilip başını Sıdıka'nın dizine yasladı. Bu hareketi kadını güldürmüştü "Zerrin Hatun, dün bahçede otururken fark ettim herkes konuşurken Şehzade seni izliyordu" duyduklarına sadece tebessüm etti ayrıntıları soracak gibi olsa da utanmıştı. Dairesinden çıkmadı akşam boyunca hatta öyle ki Sıdıka'yı da "uyu sen benim uykum gelmedi" diyerek yatağına göndermişti. Oturduğu sedirde dakikalarca düşündü. Yaşadıklarını düşününce aklını başından alabilirmiş gibi gelse de şikayetçi değildi zira ona bahşedilen şansı değerlendirmekte kararlıydı. Tıpkı eskiden olduğu gibi balkona çıktı. Küçük havuz sanki ay ışığını yaymak için oradaymış gibiydi yine. Bahçede gezdirdi gözlerini, kimse yoktu ara sıra devriye gezen nöbetçileri görse de onlar Zerrin'in balkonda olduğun bihaberdi. Üşüdüğünü hissetmeye başladığında içeri girdi. Sıdıka odanın köşesindeki yatakta çoktan bilmem kaçıncı uykusundaydı. Uyuyan Sıdıka'nın gözlerinin kenarındaki ufak çizgileri fark ettiğinde acı acı güldü, zaman denen şey artık başını döndürüyordu. Bir gün gözünü açtığında eskisinden daha iyiydi, mesela ailesi vardı, kalbinin yeniden birisi için atmaya başladığını hissediyordu hatta yaşadığı dönemde birçok insandan daha üstündü, güçlüydü ama Sıdıka için zaman denen kavram bu kadar sevecen değildi. Zaman, kader ya da alın yazısı ne denirse densin sevdiği adamı almıştı ondan belki bir çocuğu olabilirdi kocası yaşasaydı, hor görülmez herkes gibi var olurdu o da. Sıdıka'nın üzerini örttükten sonra kendi yatağına yatıp uykuya teslim oldu. Sıcak dairesindeki tıkırtılara açtı gözlerini. Kahvaltısı gelmişti Sıdıka tepsiyi düzenliyordu. Elini yüzünü yıkadıktan sonra tepsinin başına oturdu; güzelce karnını doyurduktan sonra Sıdıka'nın yardımıyla üzerini giyindi. Ağabeyinin yanına gidip onunla vakit geçirmeyi düşünüyordu hem babasının yanına giderlerdi belki. Koridorda Sıdıka ile konuşurken Afife karşılarına çıkıp arka bahçeye gelmesi gerektiğini söylediğinde meraklandı lakin Afife söyledikleriyle merakını gidermişti "Ağabeyin ve baban, Sultan Alpay ile şehrin diğer ucuna gittiler. Şehzade Turgut'un da işleri var. Zerrin herkesin bir işi olmasına şaşırsa da yapacak bir şey yoktu kızlarla birlikte dairesine döndü. Bir süre oturup havadan sudan konuştular. Sıdıka ve Afife'nin iyi anlaştığını görmek onu mutlu ediyordu bir ara ikisi de çarşıya inmekten bahsedince Sıdıka'nın gözlerinin içinin parladığını fark etti, sıkılmıştı sarayda tıkılıp kalmaktan. Zerrin sandıktan bir miktar para çıkartıp avcuna bıraktı Sıdıka'nın "Afife Hatun ile birlikte dolanın biraz ben burada olacağım merak etme".  Sıdıka, Zerrin'in bu teklifini reddetti, Mehmet Efendi'nin dedikleri zihninde dolanmıştı adeta "olmaz Zerrin Hatun'um, babanız çok kızar sizi yalnız bırakamam". Zerrin, kızın bu haline gülmeden edemedi "yapma Sıdıka en güvende olduğum yer burasıdır belki de, koskoca Ural Sarayında kim bana ne yapabilir her yer nöbetçilerle dolu".  Sıdıka'nın dakikalar önce geri verdiği paraları tekrar avcuna tutuşturdu "git işte senin için de bir değişiklik olur en azından, kendine güzel kumaşlar al".  Afife ve Sıdıka giderken gülümseyerek izledi onları. İki kadın çene çalarak bahçeden çıktılar. Zerrin onlar gittikten sonra bir süre hançerlerini işlemekle uğraştı sonra can sıkıntısından balkonda oturdu bir süre ve dayanamayıp üzerine kalın bir şeyler giyinip bahçeye indi. Çeşmenin kenarına gidip biraz sağı solu izleyecek ormana uzaktan bir göz atacaktı tıpkı ilk seferinde olduğu gibi. Hava öncesine göre daha soğuktu ve önceki gece ara ara yağmur yağsa da gündüz yağmamıştı henüz. Kimseye görünmeden bahçeyi dolanmış istediği gibi çeşmenin kenarına oturmuştu. Çeşmenin arkasındaki büyük ağaç gökyüzünü görmesini engelliyordu. Suyun şırıltısı kulaklarına dolarken hançerine yaptığı desenler daha da şekil aldı. Uzun bir süre orada oturmuş köşedeki ahıra atıyla ilerleyen adamı gördüğünde sessiz kalmayı tercih etmişti, onu tanımıyordu ve yanında ağabeyi ya da başka birisi olmadan da tanışmak istememişti. Başındaki ipek örtüyü daha da yüzüne çekti sanki saklanabilirmiş gibi. Genç adam atını ahıra bırakıp döneceği sırada çeşmenin kenarında oturan Zerrin'i fark etti. Başta kim olduğunu anlamasa da giyiminden hizmetçi olmadığı da belliydi merakına engel olmayıp çeşmeye doğru yürüdü ve yavaş yavaş yıkadı ellerini göz ucuyla Zerrin'e bakıyordu. Aralarında yaklaşık on adım kadar vardı ve Zerrin oluğun kenarında oturuyordu. Genç adamın gitmeye niyeti olmadığını anladığında hançerini kuşağına sıkıştırıp ayağa kalkmak üzereyken tanımadığı adam bir anda arkasını dönüp uzaklaştı yanından. Adamın bu hareketine şaşırsa da rahatlamıştı zira korkudan kalbi ağzında atıyordu sanki. Adam gittikten sonra ahıra başka birilerinin de gelebileceğini düşünüp bahçeden ayrıldı ve dairesine gitmek üzere sarayın misafirler için ayrılan kısmına girdi. Dairesine girdiğinde bir gariplik olduğunu hissetmişse de etrafına bakıp bir gariplik olmadığını gördüğünde rahatlayıp uzandı yatağına. Temiz havadan mı yoksa sıkıntıdan mı anlamadı ama bünyesine ağır bir uyku çökmüştü. Yatağının üzerine uzanır uzanmaz uykuya daldı. Kabuslarla boğuşup durdu, sevdiklerini kaybediyor tuhaf tuhaf varlıklarla uğraşıyordu. Bir süre sonra gözünü açtığında oda karanlıktı, Afife ve Sıdıka'nın neden bu kadar geç kaldığını düşünüp kızdı içten içe gözleri karanlığa alışmıştı ve etrafında koşan korkunç küçük varlıkları gördüğünde korkuyla birkaç adım geriledi ve içlerinden birisi koşarak gelip bacaklarına sıkı sıkı sarıldığında çığlık attı. Bacaklarını kıracak gibi sıkıyordu, canının çok yanmasının yanı sıra tuhaf varlık öylesine çirkin ve korkunçtu ki korkudan aklı çıkmak üzereydi sertçe yere düştü o şey hala bacaklarını sıkıyordu. Afife ve Sıdıka'nın sesini duyup ellerini tuttuklarını hissettiğinde etrafı aydınlandı. Saat henüz erkendi ve hava kararmamıştı bile. Zerrin yerde uzanırken olan bitene anlam vermeye çalışıyordu. Korkusuna eşlik eden anlamsızlık iyice zihnini bulandırıyordu. Kızların yardımıyla ayağa kalkıp odanın sağ tarafında kalan sedirin üzerine oturdu. Rengi bembeyaz olmuştu ve elleri titriyordu korkudan. Afife ve Sıdıka'nın sorularını idrak edemiyorken eline tutuşturulan bardaktan birkaç yudum aldı. Kuruyan boğazının çaresine baktıktan sonra gördüklerini anlattı "burada koşan tuhaf bir şeyler vardı birisi bacaklarıma sarıldı". Afife ve Sıdıka şaşkın şaşkın baktılar birbirlerine çünkü Zerrin önce ayağa kalkmış ve çığlık attıktan sonra da yere yığılmıştı. Çok kötü bir kabus gördüğüne kanaat getirdiler. Zerrin'in üzerinde hâlâ tuhaf bir ürperti vardı ve genç kadın her ne kadar belli etmemeye çalışsa da hâlâ bir yerden aniden bir şeyler çıkabilirmiş gibi hissediyordu. Saatler geçmiş ve Zerrin biraz rahatlamıştı Afife akşam yemeğini getirmek üzere yanlarından ayrıldığında Sıdıka ile beklemişti. Kadın bir tepsiyle içeri girdiğinde ikisine de birlikte yemek için ısrar etmiş ve istediğini de yapmıştı. Muhabbet eşliğinde yediler ve ardından Afife ile Sıdıka işlerine döndüler. Sıdıka ufak tefek işlerle uğraşırken Zerrin balkondan dışarıyı seyrediyordu ve kendisine bakan Şehzade Turgut'u gördüğünde gülümseyip sanki yanındaymış gibi hafifçe dizlerini kırarak selamladı onu ve genç adam aşağı gelmesini işaret ettiğinde duraksadı önce, nasıl cevap vereceğini bilemedi başta fakat sonra içeri girip Sıdıka'ya biraz hava alacağını söyledi. Genç kadın ona eşlik etmek istediğini söylediğinde ise Şehzade Turgut'un da orada olacağını belirtti açıkça "yalnız olmayacağım Sıdıka meraklanma". Kadının içine sinmese de üzerini giyinmesine yardım etti. Saçlarını önce örmüş ardından ensesinde toplamıştı ve kafasına taktığı başlığın örtü kısmını da görünmesi durumunda tanınmaması için bilerek siyah seçmişti. O gün ikinci kez kimseye görünmemeye çalışarak indi aşağı açıkçası zaten kimse de yoktu koridorlarda. Hızlı adımlarla yürüyüp mermer bahçeye girdiğinde geçen sefer oturdukları yerde görmüştü Şehzade Turgut'u. Yanına ilerleyip Şehzade'nin gösterdiği yere oturdu. Boyu ancak adamın omuzlarına yetişiyordu. Utangaçlığı tutmuştu ve hemen yanındaki adamın yüzüne bakamıyordu. Turgut elini tutup öptüğünde başını kaldırabildi ancak. Bakışları birbirine değdiğinde Şehzade yanaklarından öptü birkaç kez ve yavaşça geri çekilirken kısık sesle konuştu "Canını sıkan bir şey mi var? Ya da yorgun musun?". Zerrin'in aklına gördüğü kabus geldiğinde istemeden belli etti yüzü bir sıkıntısı olduğunu. Turgut'un bakışları koyulaşırken elleri, Zerrin'in kollarından kayıp narin parmaklarıyla buluştu "anlat bana Zerrin". Genç kadın bir nefeste söyleyiverdi "Bugün bahçede oturdum biraz, hava çok güzeldi sonra daireme döndüm. Temiz havadan olsa gerek çok uykum gelince uzandım biraz ama öyle kötü rüyalar gördüm ki Şehzade'm hâlâ aklıma geldikçe ürperiyorum". Şehzade düşünceli baktı kızın yüzüne gerçekten korktuğu belli oluyordu ama pek de ciddi bir şey olmadığını düşünmüştü. Kızın kafasındaki başlığı çıkardı ve saçlarına uzanacağı sırada Zerrin durdurdu onu "Şehzade'm yapmayın yardımcım sizinle görüşeceğimi biliyor yanlış anlar". Turgut küçük bir çocuk gibi içten içe bozulurken belli etmeyip Zerrin'i kollarının arasına aldı. Saçlarında gezdiriyor elini ara sıra yüzüne de dokunuyordu ve kız konuşacak gibi olduğunda dudaklarına dokunup durduruyordu onu. Zerrin, kıpırdayan dudaklarından dua ettiğini anladığında gülümsedi. Duası bittiğinde Zerrin'in gözlerinin içine baktı "babamın validesi İnanç Hatun ben çocukken korktuğumda kötülüklerden korunmam için böyle dua ederdi". Zerrin gülümseyip teşekkür ederken söyleyecekleri Şehzade'nin öpüşleri ile yarım kaldı. Dakikalar sonra leyla gibi dairesine döndüğünde Sıdıka'yı sedirde otururken buldu kadının zihni allak bullaktı ve bu yüzünden de rahatça anlaşılıyordu. Rengi solgundu ve Zerrin'i görür görmez yanına doğru yürüyüp kolundan tuttu korurcasına. "Aman Zerrin Hatun'um gitmeyin o tarafa".  Gösterdiği yere baktığında sehpanın üzerindeki çirkin kumaş parçalarının tüylü bir deriyle bağlandığı bir tahta parçası olduğunu gördü. Anlam verememişti Sıdıka'nın yüzüne baktı öylece. "Zerrin Hatun sen gittikten sonra daireyi toparladım döşeğin örtüsünü değiştirmek için kaldırdığımda bunu buldum. Seni korkutan şey buymuş meğerse". 

ZERRİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin