Begüm Hatun'un dairesine girdiğinde Afife'nin bahsettiği kızlara baktı gözünün ucuyla başta annesine hepsinden kurtulmasını söyleyecek olsa da yapmadı onlar hakkında bir şeyler düşünmüş boş çenelerinin bir işe yarayacağına kanaat getirmişti. Annesi elinde bir mendil işliyordu oğlu içeri girdiğinde yanındaki kızlardan birisine verip kaldırmasını söyledi ve gözüyle dışarı çıkmalarını işaret etti. Kızlar daireden çıktıklarında Şehzade Turgut, annesinin yüzünde gezdirdi gözlerini. Zaman annesine uğrasa da onu çok yıpratmamıştı. Begüm Sultan uzanıp oğlunun elini tuttu "Söyle bakalım nedir gözlerindeki mahzunluğun sebebi?". Anlatacak gibi oldu bir an ama vazgeçti, hem annesinden çekinmiş hem de her şeyi anlatmamaya karar vermişti "yanındaki genç hatunların asılsız konuşmaları kulağıma geldi bir hayli canımı sıktı". Begüm Hatun böyle bir çıkış beklemediğinden olsa gerek şaşırmıştı. "Anlamadım oğlum nedir kulağına gelen kim ne konuşmuş?" Şehzade Turgut oturduğu yerde dikleşti "Bu hatunlar saraya gelen Bey kızları ile benim hakkımda konuşurlarmış bir daha kulağıma laf söz gelirse ben veririm cezalarını üstelik haddini aşan Bey kızlarıyla alakalı hususta ise babalarından hesap sorarım". Valide Begüm, oğlunun gözlerinden geçen öfkeyi yakalamışsa da bir şey yapamadı oğlu küçüklüğünden beri kolay öfkelenen bir tipti "Şehzade'm sakin ol ben veririm cezalarını ne halt işlemişlerse düzelttiririm". Annesinin yanından müsaade isteyip kalktı hatunları bizzat görünce siniri tepesine çıkmıştı. Bir şehzade olarak hiç reddedildiği olmamış yanı sıra elde edemediği bir şeyle de karşılaşmamıştı aslında onu birkaç aptal yüzünden allak bullak bir hale gelmek daha da öfkelendiriyordu. O gün akşama kadar Sencer ve Sungur ile birlikte sarayın büyük bahçesinde oturdular. Savaştan yeni döndüklerinden idman yapmamış ya da at koşturmamışlardı. Akşama doğru babasının yanına uğramak üzere arkadaşlarının yanından ayrıldı. Babasının dairesine girdiğinde orta yaşlardaki adamın haritayı incelediğini gördü çoğu zaman olduğu gibi kaşlarını çatmıştı bakışları ciddiyetle doluydu ve kafasında planlar kurduğu belliydi, Turgut ile de bir süre bunun üzerine konuştu. Olanlardan babasına bahsetmedi, akşam yemeğini birlikte yedikten sonra dairesine döndü yorulmuştu. Şehzade Turgut'un durgun geçen gününe nazaran Zerrin'in günü bir hayli hareketli geçmişti. Yağmur yağmayan nadir bir gün yakaladığından arka bahçede Karaca ile geçirmişti zamanını. Tıpkı gözünü bambaşka bir zamana açtığı gün yaptığı gibi at üzerinde koşturup durdu. Öğlene kadar böyle vakit geçirse de günlerdir ortalıkta görünmeyen Alexis geldiğinde keyfi kaçmıştı. Yine o tuhaf bakışlarıyla bahçenin köşesinde belirmiş elindekileri evdeki ayakçılardan birini teslim ettikten sonra yanına gelmişti "Hayli toparlamışsın böyle at koşturduğuna göre". Zerrin onu duymamış gibi davranacakken tekrar konuşmaya başladığında durdu "Her zaman giydiğin pelerine ne oldu? Sana yakışıyordu". Artık at binmekten vazgeçmişti ve yere indiğinde ayakları sertçe çarptı toprağa "Sıkıldım. Artık onu giymeyeceğim senin bir tavsiyen var mı ne giymeliyim? Zira pek alakadarsın giyim kuşamla". Alexis yaklaşık üç dört adım uzaktaki ağaca doğru ilerleyip sırtını yasladı artık Zerrin tam karşısındaydı ve yüzüne alaycı bir gülümseme takınmıştı "Ne giyeceğini bilmiyorum ama bu halinle ilgili bazı tahminlerim var elbette". Zerrin ilgilenmiyorum dercesine bakışlarını devirdi ve gitmek üzere arkasını döndüğü sırada tekrar konuştu Alexis "Sana güzel kıyafetler hediye eden bey ile aranız kötü olabilir. Kim bilir belki başka bir hatun bulmuştur ya da senin bu zengin kızı hallerinden bıkmıştır". Hiçbir tepki vermeden öylece yürüdü. Alexis'in saçmalıklarına katlanamıyordu zaten her şey fazlasıyla zordu bir de onun saçmalıkları tuz biber oluyordu; yaşananların üzerine günlerini ondan kaçarak geçirmişti. Havanın hayli serin olduğu bir öğlen dairesinde sıcak şerbet içiyor bir yandan da kendine yapmak için uğraştığı hançerle cebelleşiyordu. Yaralamadığı parmağı kalmamışsa da inatla devam ediyordu. Dakikalar sonra hançeri ipek örtüyle birlikte kaldırdı ve yatağının üzerindeki bez parçasıyla yeni kestiği parmağını sardı. Oturmuş avuç içlerine bakıyordu. İnce çizikler ve kabuk bağlamış ufak yaralarla doluydu eski yumuşak halinden eser yoktu. İçten içe kalbinin de kabuk bağlamasını diledi. Çok acı çekiyor ikinci şansı olan hayatında böylesine kırıldığı için üzülüyordu. Ellerindeki ufak ufak sızlayarak kanayan yaraları sildi başka zaman olsa ocaktaki suyu alır üzerine biraz soğuk su ekleyerek ılıtır ellerini yumuşatmaya çalışırdı fakat yapmadı. Üzerini değiştirip avucundaki bezi daha sıkı tutarak uzandı yatağına. Çok yorgundu aslında bilerek kendisini yoruyor düşünecek mecali kalmasın diye çabalıyordu. Başarmıştı da sırtındaki kemikler kendisini rahatsız ediyor sanki derisine batarak eziyet ediyordu. Gözlerini kapatınca çok geçmeden uykuya daldı. Geç yatmasına rağmen sabahın erken saatinde kalkmış Ayşe'yi de elini yüzünü yıkamasına yardım etmesi için yanına çağırmıştı. O gün Gülizar'ı ziyaret etmeye karar vermiş ağabeyini de alıp kahvaltıdan sonra gitmişlerdi beraber. Yusuf, Gülizar'ın babasını sayıp seviyor evlerine gittiğinde ise birlikte bir şeyler yiyip içiriyorlar muhabbet ediyorlardı yine öyle olmuştu. Zerrin ise Gülizar'ın kucağındaki yavru kediyi almış oturduğu sedirde onu severken bir yandan da arkadaşıyla çene çalıyordu. O sırada içeri evin çalışanları giriyor çeşitli yiyecekler ve içecekler getiriyorlardı. Gülizar'ın yüzünde gezdirdi gözlerini; genç kadın her zaman gülümsemeye hazırdı yanı sıra hoş bir utangaçlık da vardı tavırlarında. Sonra durdu bir an aklına bir şey gelmişti "Baban babamla konuşmuş seninle hususi olarak ilgilenmesi için bir hatun bulmasını söylemiş. Hatun bugün geldi bizim ayakçılardan birisinin yeğeniymiş". Zerrin duyduklarına şaşırmıştı çünkü babası böyle bir konudan hiç bahsetmemişti yine de bozuntuya vermeyip "tamam" dedi. Dakikalar sonra sıcak bir şeyler içerken kapı çaldı ve içeri otuzlarının başında birisi girdi. Kadın pek uzun boylu sayılmasa da dik duruyordu sıkıca örüp örtüsünün altına sakladığı kahverengi saçlarının ucu görünüyordu. Eli yüzü temizdi ve düzgün giyinmişti. Gülizar eliyle işaret edip konuştu "kapıyı kapat da gel Sıdıka Hatun". Kadın denileni yapmış ve Gülizar'ın işaret ettiği yere oturmuştu. Zerrin kadının yüzünü inceledi bakışlarıyla kanı ısınmıştı ona yine de merak etti "Sıdıka Hatun emin misin konakta çalışmak istediğine?" Sıdıka Hatun bakışlarını yavaşça kaldırıp Zerrin'e baktı "Hanımım muhtacım inanın. Beyim öldükten sonra konu komşunun verdikleri ile yaşar oldum anam babam öleli çok oldu amcalarımın evine sığmıyorum dul kadın diye duymadığım laf söz kalmadı". Zerrin o gün bazı şeylerin zamana hatta yüz yıllara rağmen değişmediğinden emin olmuş kadına da hayli üzülmüştü. "Çocuğun var mı Sıdıka?" kadın yok anlamında salladı kafasını. Zerrin eğer evet cevabını alsaydı onu da alıp gelmesini söyleyecekti gerçi artık işi daha kolaydı. "Bugün nerede kalıyorsan idare et yarın sabah gel konağa yapacağın bir şeyler buluruz". Sıdıka eteğine uzanıp teşekkür edeceği sırada ayağa kalkıp onu durdurdu. Kıyamamıştı ayrıca aralarındaki farkın bilincinde olsa da bir şey engel oluyor o sert kadını bir türlü tam anlamıyla oynayamıyordu. O gün akşamı Gülizar'ın evinde etti; hem muhabbet etmek iyi gelmiş hem de beynini az da olsa susturabildiğini hissetmişti. Akşam yemeğinden önce ağabeyi ile eve döndüğünde Mehmet Bey onları bahçede karşıladı. Oturduğu tahta sedirden baktı çocuklarına. Yusuf'un dik duruşunun aksine Zerrin'in ufak tefek oluşu aralarındaki farkı gözler önüne sererken gülerek konuştuklarını fark ettiğinde çocuklarının kardeş ilişkilerinin iyi olması onu memnun etmişti içten içe. Yusuf bahçede babasını gördüğünde adımları hızlanmış kardeşiyle birlikte babasının yanına oturmuş biraz da orada laflamışlardı. Zerrin aslında sormamayı planlamışsa da dayanamadı "baba neden bana benimle ilgilenmesi için bir hatun aradığını söylemedin?". Mehmet Efendi kızının meraklı bakışlarına gülümsedi "Artık küçük bir kız çocuğu değilsin Zerrin sana elin kolun olacak birileri lazım". Babasının ne demek istediğini anlamış bir karşılık vermemişti. Gün bitiminde odasına çıkıp yatağına uzandığında yorgunluğunu hissedebiliyordu. Sızlayan ellerini umursamamaya çalışırken uykuya dalmak üzereydi ki Ayşe odaya girince açtı gözlerini. Küçük çocuk elindeki zarfı Zerrin'e uzatıyordu. Hiç almaya bile tenezzül etmeden ocağa atmasını söylese de son anda vazgeçip Ayşe'yi durdurdu dört nala koşan kalbi aklını karıştırmıştı içten içe biliyordu ki Şehzade Turgut'un birkaç güzel sözüne hasretti, onu çok özlemişti. Zarfı eline aldıktan sonra çıkmasını işret etti. Küçük kız hızlı adımlarla odadan çıktığında yatağın üzerine oturup zarfı açtı. Beklediği gibi Şehzade Turgut'tan gelmişti mektup, hoş ve narin yazısını tanımıştı görür görmez "Küslüğünün farkındayım Zerrin Hatun lakin bilmeni isterim ki hiçbir şey başkalarından işittiğin gibi değil zira onlar benim gönlümden de zihnimden de haberdar değiller. Ne hissettiğimi bilmez her anımda senin adını fısıldadığımı duymazlar. Sadece biraz bekle her şeyi olması gereken hâle getireceğim".
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZERRİN
RomanceZerrin, genç kızın ne söylediğini anlıyordu fakat konuşması farklıydı. Sanki ülkenin bir ucundan diğer ucuna seyahat etmişti de aynı dili farklı bir ağızdan duyuyordu "Zerrin Hatun, nasılsın ağrın var mı?" Adını bilmesine şaşırmıştı ve yeni yeni düş...