Hoş geldiniz dünyama!Bu kitap, şiirlerdeki aşka hayran, bir gün o denli sevilmeyi hayal eden güzel ruhlara ithafımdır.
Yelkovanın, akrebi yakalayacak mecali kalmamış, yorgunluk zırhıyla ağır aksak ilerliyordu. Oysa ne çok şikâyet ederdi zamanın su gibi akıp gidişinden. Bazı şeyler vardı ki insan kaybetmenin eşiğinden gelen o kesif kokuyu solumadan anlaması güçtü. O da anlıyordu. Elinde beyaz bir bayrak ile umut kapısının önünde bekliyordu. Oturduğu koltuk, bir diken gibi tenine batıyor, aldığı her nefes ciğerlerine az geliyordu. Küçük bir kız çocuğu gibi çöküp köşede hıçkırıklarla ağlamak istiyordu. Omuzlarında temeli pişmanlıklar ve geç kalmışlıklar olan bir bina kuruluyordu şimdi.
O, ailesinden geriye kalan tek şeydi.
"Süveyda," diye seslendi kadın koridorda hızlı adımlarla ona doğru yaklaşırken. "Bir haber var mı?"
Süveyda, başını iki yana sallarken derin bir nefes aldı. Yorgunluktan gözlerini açmakta zorlanıyordu. Kadın, bekleme koltuklarında yanına yerleştiğinde bakışları karşısındaki sarı duvardaydı. "Her şeye hazır olun diyorlar."
"Sanki kolaymış gibi," diye mırıldandı Filiz ablası. Ablasının en yakın arkadaşıydı kadın. İşi gücü olmasına rağmen tıpkı Süveyda gibi bulduğu ilk fırsatta arkadaşının yanına geliyordu. Bu bir vefa meselesiydi onun için. Gözleri tekrardan dolu dolu olurken bakışlarını kaçırdı. Filiz, ablasından beş yaş büyüktü ve onun için içeride yatan kadın, bir arkadaş değil, bir kardeşti.
Yoğun bakım ünitesinin kapısı açıldığında, gelen hemşireyle ilk ayaklanan Filiz oldu. "Nasıl durumu? Bir gelişme var mı?" diye sordu hızla.
"Henüz yok," dedi hemşire karşısındaki kadına bir de Süveyda'ya bakarak. "Daha önce de söylediğim gibi beklememiz gerekiyor."
Süveyda da oturduğu yerden kalkarken gitmek için hareketlenen hemşireye seslendi. "Görebilir miyim peki?"
Hemşire, itiraz edecek gibi baktığında, "Lütfen," diye ekledi. "Sadece birkaç dakika. Geçen izin vermediniz."
Filiz, Süveyda'nın çırpınışlarının farkında olan tek kişiydi. Hakkında konuşmamışlardı fakat bazı duyguları anlamak için ne sormak ne de anlatmak gerekirdi. Bazen içten içe Süveyda'yı suçladığını itiraf ediyordu kendine. Ablasıyla arası iyiyken bir anda mesafe koyup uzaklara giden oydu. Küs değillerdi elbet ama kırıldığı uzaktan bile belli olan bir kürenin içinde dönüp duruyorlardı. Orada nefes alıyor olmak bile tehlikeliydi. İnsanı, arafta bırakan ne varsa aslında sadece arada bırakmıyor, ölümün kucağına götürüyordu. Orası ise zifiri karanlıktı ve içinde bir lekeyi beslemenin ne demek olduğunu ancak karanlığa alışkın olanlar anlardı.
Süveyda'nın bu hissettiğinin bir adı yoktu. Varsa da bilmiyordu, kadın. Onun için bir damla gözyaşı dökmemişti henüz. Aslında o, ağlamak gözyaşı dökmekse eğer, uzun zamandır bu eylemi unutmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Adın Kalmalı Geriye
General FictionBir dergide editörlük yapan Süveyda, bir gün ablasına yıllar önce gelen aşk mektuplarını bulur. Mektupların sahibiyle karşılaştığında ise sadece ablasının geçmişiyle değil, kendi geçmişi ve bilinmeyenlerle de yüzleşmek zorunda kalır. Ve kendini, sen...