İKİNCİ BÖLÜM: "Alevin gölgesizliği."

301 45 130
                                    

Bölüm şarkısı: Zincir • Cem Adrian

Geniş, açık renkli duvarların olduğu bir koridorda ağır ağır yürüyordu kadın

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Geniş, açık renkli duvarların olduğu bir koridorda ağır ağır yürüyordu kadın. Bir adım attı ileriye, eli sıkışan kalbinin üzerine gitmek için çırpınıyordu. Bir etkisi olsa elini göğüs kafesinin üzerine koyacak ve dur diyecekti. Gözlerini kapatırken dakikalardır gezindiği koridorda durdu ve sırtını duvara yaslarken dizlerine doğru hafifçe eğildi. Odaya bir sürü hemşire ve doktor girmişti. İçinden otuza kadar saydığında gözleri kapanmak üzereydi, bacakları titriyor ve başı dönüyordu. Ölüm, onun için değildi, ölüm kalanlar içindi ve Süveyda buna hiç hazır değildi. Buna hiç kimse hazır olamazdı.

Doktor, yoğun bakımdan çıkarken Cihan da ayaklanmış, doktora doğru yürümeye başlamıştı ve tam önünde durdu. Süveyda o sırada başını kaldırdı, doktora baktı ama sadece bekliyordu.

"Şu anlık her şey yolunda," dedi doktor her ikisine de bakarak. Derin ve sıkıntılı bir nefes aldığında Süveyda da başını salladı. "Fakat bir kez daha kalbi durursa geri döndürmek zor olabilir. Zaten Sıla Hanım'ın kalbinin yorgunluğu doğuştan geliyor. Bunun bilincinde olmak gerek. Ve daha önce de dediğim gibi nakil şart."

Doktor Bey, birkaç bilgi daha vermişti, belki de sadece moral bozmamakla alakalı klasik bir şeyler diyordu, umurunda değildi Süveyda'nın. Başına saplanan keskin ağrıyla parmakları alnına gitti, sert bir hamleyle ovalarken çıkışa doğru yürümeye başladı. Öyle ağır hareket ediyordu ki dışarıdan görenler onu bir sahil kenarında yürüyor sanırdı.

Süveyda, hastane kapısından kendini dışarı attığı anda temiz havayı ciğerlerine indirirken titriyordu. Fakat bunun dışarıdaki soğuktan mı yoksa kaybetme eşiğinde kalmanın verdiği ayazdan mı kaynaklandığını bilemedi. Boş bir banka geçti, kendini bir pelte gibi bıraktığında dirsekleri dizlerinin üzerinde, elleri ise yüzünü kapamıştı. Gün ışığı arayan bir kadındı o. Şimdi tüm kaçışlar niyeydi?

"Pardon?" dedi kalın bir ses. Yakından gelmesine rağmen Süveyda kendisine söylendiğini düşünmediğinden başını kaldırmadı fakat başındaki gölgeyi hissettiğinde yavaşça adama döndü.

"İyi misiniz?" diye sordu karşısındaki uzun boylu adam. Kadının afalladığını ve iyi bir ruh halinde olmadığı anlaşılıyordu bu yüzden ona kaşlarını çatarak bakmasında kendinde suç bularak mahcubiyetle tebessüm etti. "Rahatsız ettim, huzursuz da oldunuz sanırım kusura bakmayın. Ben kapıdan yürümekte zorlanır halde gelişinizi görünce-"

Adam konuşmasını yarıda kesip sağ elinde duran açılmamış su şişesini kadına uzatırken Süveyda, şişeye bir kez bile dönüp bakmadı. İçinden tek kelime söylemek gelmiyordu. Başını çevirip sırtını iyice geriye yasladı. Bir şey söylemeyerek kabalık yapmaktan çekinmediği adamın şişeyi bankta yan tarafa bıraktığını göz ucuyla gördü.

"Belki ihtiyacınız olur," diye fısıldadı adam ve ardından arkasını dönüp hastanenin girişine doğru yürümeye başladı.

Aralarındaki mesafe çok açılmamıştı ki Süveyda, "Sağ ol," diye mırıldandı. Adam bunu duymuş, omzunun ardından dönerek kadına küçük bir baş selamı verip yürümeye devam etmişti. Süveyda, bir süre sadece bahçedekileri boş gözlerle izledi, geçen on dakikanın sonunda sessizliğini çalan telefonu bozdu. Paltosunun cebindeki telefonu arayanın kim olduğuna baktığına Filiz ablası olduğunu görerek açtı ve kulağına götürdü.

Bir Adın Kalmalı GeriyeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin