19. BÖLÜM: NANE ve ÇİLEK

10.1K 616 204
                                    

Herkese merhaba. Öncelikle bu tarz bir yazıyı daha önce yazmadığımı son ana kadar yazmanında aklımda olmadığını söylemek istiyorum. Şuana kadar hiçbir bölümüne vote sınırı getiren bir yazar olmadım. Hiçbir zamanda getirmeyeceğim tabi. Ama bunun bir arz talep meselesi olduğunu ve okunma sayısına oranla az oy almanın yetersiz hissetmeme sebep olduğunu lütfen bilin. Sizin saniyenizi almayacak bir şey yazmak konusunda beni motive ediyor. Neyse. Okuduysanız teşekkür ederim. Bölüm içinde keyifli okumalar...

***

"Ah," elimde oluşan ufak kesik ile bıçağı bırakıp suya tutmak için çeşmeye ilerledim.

"Yine mi kendini kestin?" Efsun suya karışan kanıma baktı. Ona yorgun bir gülümseme sundum. Gece yarısından beri burada olmak düşündüğümden fazla yormuştu beni.

"İyi olduğuna emin misin? Çok dikkatsizsin bugün." dedi sunumunu bitirdiği tabağı içeri gönderirken.

Alnımda biriken teri tekrardan cebimdeki peçeteye sildim.

"Hala tam iyileşemediğim için dikkatim dağılıyor biraz." işimin başına dönüp kan bulaşan kabakları çöpe attım.

"Molaya çıksana." dedi ellerimin tir tir titrediğini görünce.

Sanki birinin bunu söylemesini bekliyormuşum gibi bıçağımı tahtanın üzerine bıraktım. Akşam saatleri haricinde hepimizin öğle arası hariç iki mola hakkı vardı. Daha önce sadece bir kez çıktığım için ve akşamın o yoğun saatlerini geride bıraktığımız için kimse bir şey demezdi.

"Ben molaya çıkıyorum!" elimi havluyla kurularken yarım kalan yemeğimin başına Efsun geçmişti. Kapıya dönmeden önce göz ucu ile Rüzgar'a bakınca göz göze gelmiştik. Ağzına bir parça peynir atarken gülümsedi.

Ciddi anlamda yorgun olmasam bende gülümseyecektim fakat son enerjimi yürümeye harcadım. Yemek piştiği için sıcaklaşan mutfaktan çıktığımda yüzüne çarpan serinlik oldukça iyi gelmişti.

Restorantın arka çıkışını kullanarak genelde garsonların mola yeri olan banklardan birine oturdum. Başımı geriye yatırarak kafamı kırmızı tuğlalara yasladım. Gökyüzü bugün normalden daha parlaktı. Alışık olduğum tuz kokusu genzimi yakarken gözlerimi kapattım.

Eve gidip günlerce uyumak gibi bir planım vardı. Fakat şu son üç haftada çok az işe gelmiştim. Çeşitli bahanelerim elbette vardı fakat Mehmet abiden izin istemeye pek yüzüm yoktu.

Gıcırdayarak açılan kapının sesini duyunca omuzlarımı düşürerek başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Tahmin ettiğim gibi gelen Rüzgar'dı. Zaten başkası gelse şaşırtıcı olurdu.

"Merhaba." dedi bacaklarımız birbirine değecek şekilde yanıma otururken. Kollarını iki yana açarak bankın tahtasını tuttu. Bir bakıma kolunu omzuma atmıştı..

"Merhaba." yorgun bir şekilde fısıldayıp başımı koluna yasladım. Bu ani temasımı beklemediği için hafifçe gerilse bile rahat davranmaya çalışarak eliyle omzumu sıkı sıkı sardı.

Beni öpmesinin üzerinden diğerleri gelene kadar ne yaşadığımızı pek net hatırlamıyordum aslında. Çünkü ağlamaktan sağlıklı düşünemiyor halde ona ne hissettiğimi söylemiştim. Haftalardır o kadar doluydum ki ailevi mevzular hariç her şeyi anlatmıştım. Barbaros'un bana neler yaptığını bile... Bu bilgiler onu inanılmaz germişti. Fakat beni öptüğünde onu itmemem ve elimi tuttuğunda parmaklarımı parmaklarına kenetlemem oldukça sakinleştiriciydi. Ayrıca sarılışı...

Haftalardır hissettiğim yalnızlıktan beni kurtaran oydu. Daha iyiydim. İtiraf etmesi zor olsada nefes alıyordum. Boğazım yanmıyordu. Gözlerim yaşlarla dolup taşmıyordu. Belkide bu sabah soğuk fayansların üzerinde onun o sıcak kollarında tüm gözyaşlarımı kaybettiğim içindi fakat şuanda ağlamak istemiyordum. Ve bu benim için uzun zaman sonra ilkti.

Yes CHEFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin