Üzülebiliyorsan bir kalbin var demektir.
Yüzlerce kiloluk soğuk betonların arasında hareket edemeyip ölümü bekleyen insanların olduğu bu ülkede, ölü sayısı on binleri geçecek olan bu ülkede benden yeni bölüm bekleyenler için bu bölüm.
Arşivimde olduğu gibi direkt yayınlıyorum. Diğer bölümlerde alacağınız keyifi alamayabilirsiniz.
Yine de keyifli okumalar. Ne kadar mümkünse...
***
Rüzgar'dan
"İyi iş millet!" kadehler tokuşturulurken tüm gün süren iş yemeği sebebiyle hissettiğimiz yorgunluk biraz olsun dağılmıştı.
Üst düzey bir şirketin aylar öncesinden rezerve ettirdiği restoran tüm gün sadece onlara açıktı. Sabahtan gelip kahvaltılar ile başladıkları günü brunchlar ve öğle yemekleri ile devam ettirmiş, akşam yemeği ve içkiler ile günü bitirmişlerdi. Sipariş edilen tüm yemekler ise sabahtan beri bir saniye oturmamıza bile izin vermemişti. Öğle aramızı iptal etmek zorunda kaldığımız içinde inanılmaz aç olmamın yanı sıra bugün Kiraz'ın sesini bile duymamıştım.
Onu her ne kadar şuan aramak istesemde daha yeni yeni yoğunlaştıkları bir zaman dilimindeydiler. Telefonumu açmak şöyle dursun şuanda Rüzgar diye birini tanıdığından emin bile değildim.
"Bence tatili hak ettik. Mehmet abiye söylesek bizi ekipce bir yerlere göndermez mi?" Efsun sevgilisinin gövdesine yığılıp kalırken tavanı izleyerek hayallere dalmıştı.
Giray iş çıkışlarında gelip onu aldığı için bazen bizimle takılıyordu. Kendi halinde biri olduğu için kimsenin buna bir itirazı yoktu.
"Mehmet abiye her şeyi de izin deme!" Yekta geçen hafta izin almak için odasının kapısını çalınca Kiraz zaten gittiği için yeterli adamı kalmadığını söyleyerek yeni birini işe alana kadar hepimizin izinini yaktığını duyurmuştu. Onun da canı Kiraz'ın gidişi ile çok sıkılmıştı. Ama canını sıkan şey onu işten çıkarmak zorunda kalmasıydı. Hiçbir restoran altı aylık bir zaman veremiyordu kimseye. Mecburen ayrılmıştı yolları yani.
"Kiraz ne yapıyor acaba?" Kerem merakla bana baktı anlatmamı bekleyerek. Sadece omuz silktim.
"Bugün konuşamadık ama genel olarak morali iyi." dedim hepsine bakarak. Tuna derin bir nefes aldı.
"Annesini bu kadar kolay arkasında bırakabilmesi beni korkutuyor." düşüncelerini çekinmeden dile getirdi. "Daha doğrusu bu kadar kolay atlatabilmiş gibi davranması beni korkutuyor..." Efsun'un garip bakışları yüzünden kendini düzeltti.
"Orada nefes almaya zamanı bile olmuyordur. Atlatmamıştır. Sadece düşünüp kendini üzemeyecek kadar meşguldur." dedi Celal. Ben sessiz kalmaya devam ettim.
"Şu çocukla ne yapmışlar?" Efsun'un meraklı bakışları üzerimde gezince gözlerimi bardağıma çevirdim. Yine sessiz kalamamıştı...
"Hangi çocuk?" Tuna bardağındaki ginden yudumlar alırken kaşlarını çatarak bana baktı. Bunu sadece Efsun'a anlattığım için diğerleride anlamsız bakışlarla bana bakıyordu. Anlatmak istemiyordum. Hayır hayır o aptal İtalyan bozuntusunu düşünmek bile istemiyordum.
"Kiraz ile birlikte çalışmaya başlayan yeni stajyerlerden biri. Kiraz'dan hoşlanıyormuş." Efsun gülerek anlattı.
"Kapa çeneni..." bundan bu kadar keyifle bahsetmesi tüm içeceğimi tepeme dikmeme sebep oldu.
"Ve sen hala burada mısın?" Yekta şaşkınlıkla soludu. "Ben olsaydım ayaklarımı bir yerlerime vura vura İtalya'ya giderdim."
Sertçe ona baktığımda sesini kesip önüne döndü. Biz bilmiyorduk sanki...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yes CHEF
Художественная проза(DÜZENLENECEK) Mutfak kendimi tek kendim gibi hissettiğim yerdi. Ve bir yıl boyunca oradan uzak kalmak eziyetten başka bir şey değildi. Geri döndüğümde beni karşılayacak olan şeyin sıcak tavalar, yemek kokuları, baharatlar, meyveler, sebzeler, çeşit...