"Farel, böğürtlen soslu panna cotta. Dokuz dakika." Hala tabaklamakla meşgul olduğum tiramisunun üzerinde ellerim hızlanırken omurgamın üzerinde akan teri hissettim.
"Evet şef." Dedim tabakla işim bittiği için ada tezgahın üzerine bırakıp dolapta soğumakta olan panna cottaları çıkarırken. Sosların rengini belli edebilmek adına seçilmiş beyaz tabağı önüme alırken bakışlarımın yorgunluktan bulandığını hissediyordum. Koşturmaktan artık başım dönüyordu. Fakat yarın öğlene kadar uyuyacağımı düşünmek inanılmaz rahatlamama sebep oluyordu.
Mor ipeksi kıvamı olan tüpün içine konulmuş sosu alıp tabağın üzerine eğildim. Yarım ay şeklinde artık ezbere bildiğim boyutlarda sosu damla damla sıktım. Ardından elime aldığım tatlı kaşığı ile sosları tabağın tam ortasına doğru hızlı hamlelerle sürdüm. Etrafa sıçrayanları bir peçete yardımıyla silerken elimi çiçek filizlerine attım.
Bir cımbız yardımıyla altı adet çiçeği dağınık bir şekilde yerleştirdim.
Elime eldivenleri geçirip panna cottalardan birinin plastiğini altından ittirdim.
Son günlerde bunu çok fazla yaptığım için hızlanmaya çalıştım. Şef Armando'nun gözüne girmeye çalışıyordum çünkü. Bir kaç kez gün bitiminde şefliğimle alakalı iyi şeyler söylediği için buna devam etmek istiyordum. Ocak başında iş istiyordum!
Fazla aceleci davrandım.
Bulanan gözlerim yüzünden yanlış gördüğümü düşünürken gözlerimi sıkıca kapatıp tekrar açtım.
"Şef." dedim sesim bir anda içime kaçarken. Armando her ne yapıyorsa bırakıp yanıma geldi. Gözlerinden geçen öfkeli bakışlar yüzünden sertçe yutkunurken beni kenara ittirip tabağın kalanını devraldı. Elimde kalan kırılmış panna cottayı kenardaki bir tabağın üzerine bıraktım.
"Şaşırtmıyorsun." dedi her hata yaptığımda olduğu gibi beni aşağılarken. Ne yapacağımı bilemeyerek eldivenlerimi çıkarırken başımı eğdim.
Buradaki birinci haftamdı. Hissettiğim gerilim ise yine had safhadaydı. Sadece ben değil diğer yeni gelenlerle birlikte otele döndüğümüz her günün akşamı derin bir sessizlik oluyordu artık. Hepimiz gün içinde inanılmaz şeyler duyuyor, gururumuzun kırılmasına izin veriyorduk. Saat gece biri vurunca ise şefler tekrardan eski hallerine dönüyor, bize iyi iş çıkardığımızı söylüyorlardı.
Bazıları ufak tefek sos pişirmede görev almaya başlasa da bana verilen en büyük görev krema çırpmaktı. Yoğun olduğumuz bir gün çikolata sosu da pişirmiştim aslında...
Ama genel olarak gözlemliyor ve gün içerisinde odamın içerisindeki küçük mutfakta bir şeyler deniyordum. Carlos arada bir odalarımızın kapısını çalıp hepimizi yemek tatmak için şehrin içine sürüklüyordu. Sadece bir haftadır burada olsamda neredeyse çoğu İtalyan yemeğini duymuş, bir çoğunu tatmıştım. Buradaki şeflerde her ne kadar katı olsalarda bizlere bir şeyler öğretmek için ellerinden geleni yapıyor, İtalyan mutfağının püf noktalarını veriyorlardı.
İlk gün aldığım doğrama görevi doğrultusunda bir kiloya yakın meyve heba olduğu için Salvator ertesi gün erkenden restorana çağırıp İtalyan mutfağının doğrama tekniklerini göstermişti hatta.
Yani süregelen gergin havaya rağmen bu bir haftada bile inanılmaz bir noktada hissediyordum kendimi.
"İki tabak zabaglione. Hata yaparsan mutfaktan çıkarsın." Ezbere bildiğim kelimeler dudaklarından dökülünce hızla işe koyuldum.
Kase içerisinde servis edilen bir tatlı olduğu için hızlıca onları dolaptan çıkarıp siyah tabakların üzerine bıraktım. Elime aldığım pürmüz ile üzerine serptiğim esmer şekeri uzaktan uzaktan yakmaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yes CHEF
Fiksi Umum(DÜZENLENECEK) Mutfak kendimi tek kendim gibi hissettiğim yerdi. Ve bir yıl boyunca oradan uzak kalmak eziyetten başka bir şey değildi. Geri döndüğümde beni karşılayacak olan şeyin sıcak tavalar, yemek kokuları, baharatlar, meyveler, sebzeler, çeşit...