☆12

92 6 1
                                    

Park Soo Han

Ağlayarak bizim olduğumuz yere doğru geliyordu. Onlara karşı bir kin beslemiyordum, kötü karakter olmak istemiyordum. O an aklımdan bir şarkı sözü geçti;
"Ben neye bulaştım?"
Benimde acılarım vardı, bunları durduk yere yapmak isteyen ben değildim. Hoşlandığım o kadın çok güzel gülüyordu, onun içindi herşey. Eğer hatırlarsa, benimle yaşamazdı. Onu kaybetmek istemiyordum, onun ortaokulda sadece 2 kez karşılaştığı ezik çocuk olarak kalmıştım. Şimdi büyüdüğüme göre onu kazanabilirdim. Bunları düşünürken arkamdan bir ses duydum. Titrek, derin ve soğuk çıkıyordu.
"Ama bunu zarar vererek yapman gerekmiyordu Soo Han. Kötü olmak istemesen bile bunları yaparak bencillik ediyorsun? Sevdiğin kadına bu kadar önem gösteriyorsan, seninle olması için ona ve arkadaşına şiddetle baskı uygulayamazsın!"
Chua, her işe fazla burnunu sokuyordu.
"İstediğimi yapabilirim Chua, benim olması için."
"Ama onun istemediği şeyler yapamazsın. İnsan sevdiği kadına birisinin onu bayıltması için izin verir mi Soo Han? Kafasına demir sopayla vurmasını emreder mi? Söylesene."
"Çok fazla konuşuyorsun"
"Doğru ya..sen istemediğin şeyi duyunca insanları tehdit edersin, ya da öldürürsün. Çok konuşkan olduğum için birgün bunu banada yapacağını biliyorum Soo Han."
Dediği şeyi görmezden gelemedim, bana onu öldüreceğimi söylüyordu kendi ağızından. Yüzüne baktığımda ise gözleri dolmuştu, saçları yüzüne yapışmıştı ve hayal kırıklığına uğramış gibi hafif gülerek gözlerimin içine bakıyordu. Duygusal olmakla birşeyi çözemezdim, bu yüzden boğazımı temizleyerek yüzümü ondan ayırıp hedefime odaklandım hemen..

Lisa

Hızlıca yürüyordum, Jennie'nin yanından uzaklaşarak. Onun görüş alanından çıktığımda yavaşlamıştım, bir süre durdum ve ellerimle ıslanmış yüzümü sildim. Hareket edecekken kafamda sert birşey hissettim ve gözlerim yavaş yavaş kapanırken bedenim yere serildi.

***

Gözümü açtığım yer karanlık gözüküyordu. Etrafı bayık gözlerle incelediğimde bir sandalyede olduğumu ve uzun sarmal bir ipin vücuduma ve bileklerime dolandığını gördüm. Gözümle yanıma bakmaya çalıştığımda yüzümde açık renkli bir sıvının akışını görüyordum. Yer hafif kırmızıya boyanmıştı, burası da genel olarak sopa gibi aletlerin bulunduğu bir odaydı. Sandalyeden kurtulmaya çalıştığımda yapamayınca sesimi duyurma amaçlı bir çığlık attım. Gelen giden yoktu..

Artık anlamıştım, Pranpriya'nın hayatı bitecekti. Sırf sevdiği kadını uyardığı için yolun sonuna gelmişti. Onun gibi bütün bu anıları hatırlayan insanların canına kıyılacaktı, ama ilk kurban, "Lisa'ydı".

Çok üzgün değildim, en azından Jennie benim yüzümden daha fazla acı çekmezdi ve onu beni tanımazken gördüğümde benimde canım acımazdı.
İçeriye bir adam girdiğinde adını hayal meyal hatırlıyor gibiydim. Yanıma yürüdü ve çömelerek göz hizama geldi. Ben az çok hatırladığım şeyi tekrar ediyordum.
"Park...Soo"
"Evet o benim."
"Hoşgeldin Lisa!"
Yüzünde oldukça keyifli bir gülümseme vardı. Benim ise gözlerim tam olarak açılamamıştı ve aklımı henüz kazanmamıştım.
"Seni uyardım. Şimdi çok korkuyorsundur."
"Hayır, mutluyum."
Gülen yüzü tıpkı solan çiçekler gibi birden asılmıştı.
"Ne?"
"Senin sayende Jennie daha az acı çekecek, daha özgür olacak. Pranpriya'nın öldüğünü anladığında, artık benden şüphelenmeyecek ve sonsuza kadar bittiğini düşünecek."
"Bu durumdayken bile hala onu düşünmenin sebebi ne?"
"Ben, onun.. ilk aşkı-"
"Doğru ilk arkadaşısın. İlk sarıldığı kişisin. Neden düşünmeyesin ki?.."
Lafımı ağzıma tıkmıştı, bende dediği şeye karşı sessiz kaldım. Ben onun, o benim ilk aşkımdı. Ama bunu bilmiyordu, bu bana acı veriyordu. Resim çizen ve bir kafe işleten normal sıradan bir kızdım, geçmişimi bulana kadar..
Belkide ona yine hafızamı silmesi için yalvarmalıydım.

"Pranpriya yani şimdiki kimliğiyle Lisa Manobal. Hatırladığın şeyleri sonsuza kadar unutacaksın, çünkü ben Jennie'den hoşlanıyorum. Hayatımıza girmene izin vermek istemem."
"İnan o kadar rahatsızlık vermem"
"Neden yalvarıyorsun? Senin yaşıyor olman bize bir fayda sağlamıyor"
"Biz demen için karşı tarafında rızasının olması lazım. Sen..sen ona aşık değilsin, sen ona takıntılısın. Rahat bırak.."
Yüzünün ifadesinden duymak istemeyeceği şeyler söylediğim belli oluyordu. Derin bir nefes verdi ve ayağa kalktı. Yükselttiği sesiyle bana sesleniyordu.
"Pekala Lisa! Çok fazla konuşuyorsun."
Daha ayık olamayan gözlerimin içine bakarak kenardan eline bir sopa aldı..

Chua

Kapının önünde olan biteni dinliyordum, gözümden yaşlar akıyordu. İçeriden sürekli tekrarlanan bir vurma sesi geliyordu, ve acı çeken kısa aralıklarla bir kadın sesi.
Buna engel olamıyordum, ne zaman bu şekilde birşeyi yapmak ya da duymak zorunda kalsam ağlıyordum. Bir kere bile güldüğüm gün yoktu. Annem ise karşımda harap olmuş tenha evin içinde zincirli bir şekilde endişeyle bana bakıyordu. Yürüyerek yanına gittim ve suratını okşadım.
"Merak etme anne, bu illetten ikimizi de kurtaracağım. Kızın artık bu suçun yardımcısı olmayacak."

Kapının açılması kulağıma iliştiğinde annemi bırakıp yaşlı gözlerle Soo Han'a doğru koştum. Güçsüzlükle önünde durdum ve yorgunluktan dağılmış saçları beni karşıladı. Elindeki sopanın heryeri kan olmuştu, açık kırmızı renkli bir kan. Ayaklarına kapandım ve ağlayarak ona yalvardım.
"Lütfen bizi bırak! Lütfen annemi ve arkadaşlarımı bırak Soo Han, yalvarırım sana!"
Şiddetli bir şekilde ağlarken o dediklerimi umursamıyordu ve elindeki sopayı yere atarak, beni de başından savarak çekip gitti. Ben yere kapanmış bir şekilde ağlıyordum, kalkmamıştım kapaklandığım yerden.

Annem öylece oturuyordu sessiz yaşlar süzerek.

Pranpriya kanlar içinde yatıyordu, sıcak yaşlar dökerek..

3 kadın, 3 kadının canı yanmış bir şekilde, çaresizce öylece yerde yatıyorlardı...


•SÜRÜCÜ• {Jenlisa}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin