Kader işte... Bizim kısmetimize şehitlik değil de gazilik düştü. Buna da şükür.

1 0 0
                                    

     Bursa'dan gelen otobüsten ilçe dışında bir yerde inince önce şaşıran Nihat, yan taraftaki büfeden gazete alırken öğrendiği kadarıyla, o askere gittikten sonra terminal ilçe dışına taşınmıştı. "Herkes başa geçince yenilik diye bir şeyler yapmaya çalışıyor." diyerek, köye dönme yollarını arıyordu şimdi. Buradan belediye otobüsüne binecek, oradan setboyundaki köy otobüsünün gelmesini bekleyecek. Ohoo... Zaten bacağı da pek uzun mesafe yürümesine şimdilik müsaade etmiyordu daha. Askeri hastaneden ayrılırken doktor komutanlar, bu durumun daha birkaç ay böyle süreceğini, sonra yürümesinde bir aksaklık kalmayacağını söyleseler de evde kendisine çok iyi bakmasını, ona gösterdikleri kültür fizik ve spor hareketleri ile bacağının alt bölümündeki kaslarını çalıştırıp, aylardır yatakta yatmaktan zayıf düşen bu kasların, tekrar eski haline gelmesi için çalıştırılması gerektiğini tembih etmişlerdi. Eve döndüğünde öğütlere uymazsa Allah korusun, bacağının aksak kalacağını hatırlatmışlardı.
     Nihat onların söylediklerini duymuyordu. Varsın öyle kalsın. Sağ salim sevdiklerine, köyüne dönüyordu ya ona yeterdi. Bu düşüncelerle hemen oradan bir taksiye atlayıp köyün yolunu tuttuğunda, eve sürpriz yapacağını düşünüyordu. Çünkü askerden dönmesine iki aydan fazla zaman vardı. Kimbilir annesi, kardeşi Çağla, arkadaşları Gökhan ve Esra ne kadar çok sevineceklerdi. Esra deyince bir hoş oldu içi. Bütün askerlik boyunca onun hayaliyle yanıp tutuşmuştu. Ama bacağı aklına gelince, içinden bir ürperti geçti. Allah korusun, ya topal kalırsa? Topal bacağı ile ya Esra onu beğenmezse? Yok canım... Esra bu gibi şeyler önem veren bir kız değildi ki. Bu aylarda arkadaşı Gökhan, Bursa'da okulda olmalıydı. En son konuştuklarında Esra'nın okulunun bittiğini, onun da ikinci sınıfa başladığını söylemişti. Esra ile Gökhan'ın aralarında ciddi bir şey oluştu mu acaba o gittiğinden beri? Bu düşünceler beyninde dolaşırken, taksicinin sesi ile irkildi birden...
     "Abi köye giriyoruz. Ev ne tarafta acaba?"
     Nihat önce bayır mahalle yolunu tarif etmişti ama sonra sıra sıra kahvelerin önünden geçerken birilerine görüneceğinden, vazgeçip taksinin yönünü alt yola çevirmişti. Ne olursa olsun, eve dönüşü sürpriz olmalıydı. Onun taksinin içinde olduğunu gören birisi, daha eve varmadan annesine telefon ile haber verebilirdi. Taksi alt yoldan giderken, Nihat aç gözlerle, bir yıldır özlemiş olduğu köyünün tarlalarını, çayırlarını, tek katlı kiremitli evlerini doya doya seyrediyordu. Alt komşusu Leman ablaların evinin önünden geçerken içi sızladı. O askere gittikten bir hafta sonra vefat ettiğini söylemişti annesi.
     Araç, köyün bitimindeki son virajı dönmüş, bayır mahalleye arka yoldan çıkan taşlığı tırmanıyordu. Burası bir orman köyü olduğundan, kış buraya biraz daha erken gelmişti. Hava hafif şekilde çiskin yağmurluydu ve biraz soğuktu sanki. Sokaklarda kimsecikler yoktu. Taksiden inip aracın bagajından omuz çantası şeklindeki valizini alınca, aylardan sonra evlerinin avlu girişindeki kapısının önündeydi şimdi. Çeşme başına doğru bakınca, Kara Hasan'ların küçük oğlu hayvanlarını çeşmenin yalağında sularken, ondan tarafa baktığını görünce gülümsedi ona. Önce onu tanıyamayan çocuk, sonradan tanıdığını belli eder şekilde hareket yapıp, "Hoş geldin Nihat abi." demişti.
     Kapının mandalını kaldırıp yavaşça avluya girdi. Sol taraftaki kamelya, sanki üzerine tırmanmış gibi gözüken kuru sarmaşık dallarının yaprakları dökülmüş, siyah üzüm asması ise kaderine terkedilmiş, Nihat gittiğinden bu güne kadar yas tutmuş gibi bir hali vardı sanki. İki katlı, önü verandalı evlerinin üç dört basamak olan merdivenlerinden çıkıp, yavaşça giriş kapısının tokmağını çevirdi. Her Anadolu köyünde olduğu gibi, kapı kilitleme âdeti hâlâ yoktu buralarda. Kapıdan içeri girdiğinde, o bildik ev kokusunu ta ciğerlerinin içine kadar çekti. Çok tanıdık gelen, ama anlatmaya kalksa anlatamayacağı, tarif edemeyeceği, yurt kokan, ev kokan, anne, kardeş, yuva kokan... Özlediği bu kokuyu tanıyıvermişti.
     Mutfak tarafından hafif bir müzik sesi geliyordu. Biricik annesi her zamanki gibi, yemek yaparken yanından ayırmadığı pilli radyoyu açmış, hem yemek yapıyor hem de radyo dinliyordu. Birden orta odanın kapısı açıldı. Eşofman şeklindeki günlük pijamaları ile saç baş dağınık, ayağında ne olduğu belli olmayan pofuduk hayvan figürlü terlikleri, kulağında kulaklık, her zamanki ev haliyle Çağla çıkıvermişti. Önce gözlerine inanamamış gibi alık alık baktı... Sonra bir çığlık koyvermişti... "Anne!"
     "Ne oldu yine acaba, bu deli kız ne bağırıyor." diye söylene söylene, mutfak önlüğüne ellerini silerek dışarı çıkan Elif Hanım, iki kardeşi sarmaş dolaş görüverince eli ayağı boşaldı, oracığa yığılıvermişti. Şimdi kız kardeşi Çağla'yı bırakan Nihat, annesinin başucuna çökmüş, ellerini, yüzünü, her bir yerini öpücüklere boğuyordu. Annesi de salya sümük gözyaşları içinde, "Kuzum, sarı kuzum..." diyor, ağzından başka da bir kelime çıkmıyordu.

3 GEN'çHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin