Biri eğilip şah damarını yokladı. Allah kahretsin! Nabzı atmıyordu.

1 0 0
                                    

     Gökhan ısrarla bir daha söyledi ama dinleyen kim? Emin Aga bu, lâf dinler mi? "Tamam Gökhan'ım, tamam. Sen bak işine. Ben şuradan yavaş yavaş giderim. Zaten ev kaç adımlık yol ki? Daha ölmedik oğlum."
     "Yahu Emin Aga, o nasıl söz! Ağzından yel alsın. Yorulmayasın diye söyledim ben götüreyim diye."
     Bahçe kapısından çıkarken Efe de gelmiş, sanki 'beni de götür' der gibi, Emin Aga'nın gözlerinin içine melül melül bakıyordu. Emin Aga yavaşça eğilip, Efe'nin kocaman başını sevecenlikle sıvazladı. "Olmaz Efe, olmaz oğlum. Burada kalmak zorundasın. Sonra yine gezeriz. Bak, hava kararıyor. Burasının koruması sana ait. Hadi bakalım doğru Akkız'ın yanına." Emin Aga böyle der demez, hayvan sanki anlamışcasına boynunu kısarak, biraz da üzülmüş gibi kulübelerin oraya doğru gidip, kulübesinin önüne kıvrılıp yattı. Öne uzattığı Kangallara has güçlü pençelerinin üzerine başını koyup, yattığı yerden Emin Aga'nın kapıdan çıkışını sanki üzüntülü bir şekilde seyrediyordu.

     Henüz baharın başı olsa da kış daha buralardan zor ayrılırdı. Ee, ne de olsa burası dağ köyü... Değil kışın, yazın bile Çatalca taraflarından gelip, Keltepe boğazından tatlı tatlı esen akşam rüzgârı, eğer üzerinizdeki kıyafet biraz inceyse, üşütmeye yeterdi. Mart ayı henüz yeni çıkmış, Nisan ayının ilk haftalarıydı. Akşamın alaca karanlığı çökmüş, Emin Aga eve giderken birden bugünün cumartesi olduğunu hatırladı. Tabii ya... Hemen yolunu değiştirip Cabir'in samanlığına doğru yollandı. Artık ezberlemişti. Genellikle cumartesi geceleri geç vakitte gelip Taşlıtarla yönüne giden, farları sönük bu aracın sırrını çözecekti Emin Aga. Kaç gece sabahlamış, uyuyakalmıştı bu samanlıkta. Hatta hava soğuk olduğundan, sarınıp yatmak için kalın bir asker kaputu bile vardı burada. Ah bir de şu bacakları fırsat verse.
     Belki yanılıyordur diye hiç kimseye bu konudan bahsetmiyor, yalnız başına burada sabahlara kadar yolu gözetliyordu. Ama gelenler o kadar profesyoneldiler ki ne aracın farlarını açıyorlar, ne de iç tavan lambalarını yakıyorlardı. Hatta fazla ses olmasın diye düşük viteste, motor gürültüsünün bile zor duyulacağı şekilde, gaza yüklenmeden sessizce gelip gidiyorlardı. Ama Emin Aga çok iyi biliyordu ki bu aracın içinde Nihat da vardı. Çünkü gecenin sessizliğinde duyulan motor sesi bir ara durur gibi oluyor ve tekrar yoluna devam ediyordu. Emin Aga bundan da anlıyordu ki Nihat usulca evlerinin önünde iniyordu. Adının Emin olduğu gibi, kesinlikle emindi. Bu Hacı Osman'ın torunu Nihat geldiğinden beri, asker arkadaşları ile bir şeyler çeviriyordu. Bu kesindi. Muhakkak çözecekti bu muammayı. Bazen bir ay gelmiyorlar, bazı hafta ise, üstüste geliyorlardı. Bu gece içine doğmuştu sanki gelecekleri. Nasıl olsa gece geç vakit geleceklerinden yavaş yavaş yürürse, o zamana kadar Taşlıtarla'ya varırdı. Hele oraya varsın, sonrası Allah kerim.
     Bu düşüncelerle, her zaman sabahladığı Cabir'in samanlığına uğramayıp, Kara Mehmet'in portalarının yanından, Taşlıtarla'nın yolunu tuttu Emin Aga. Hava karanlık, bir de köyün çıkışı fundalık olduğundan, taşlık yolda elverdiğince ilerlemeye çalışıyordu inatçı ihtiyar. Kısa bir müddet ilerliyor ama çabuk yorulduğundan, hemencecik bir kaya gölgesinde soluklanıyordu biraz. Ama inadı inattı. Bu gece zorla da olsa, Taşlıtarla'ya varacaktı.
     Yürürken Gökhan ve Esra aklına geldi. Pırlanta gibiydiler ikisi de onun gözünde. Kendi çocukları olsa, ancak bu kadar severdi. Bir bilseler onun burada olduğunu, apar topar gelip kaptıkları gibi cevizliğe kulübeye götürüp oraya kapatırlar ve bir daha dışarı çıkmasına kesinlikle izin vermezlerdi. Gülümsedi Emin Aga. Gökhan hadi neyse de hele o Esra yok mu? Cadı kız. Vallahi korkulurdu ondan. Onunla Emin Aga bile başa çıkamazdı.
     Bu düşüncelerle kâh yürüyor kâh dinleniyor, vakit iyice ilerlemiş, neredeyse geceyarısına geliyordu. Taşlıtarla'ya varmak üzereydi ama dermanı iyiden iyiye kesilmişti. 'Bir mola daha vermeliyim' derken, rampa çıktığından elindeki sopasına abanıp vücudunu biraz dikleştirerek, gecenin sessizliğine kulak kabarttı. İki oldu kulağına motor sesi geliyor gibi oluyordu ama nedense ortalıkta araç falan yoktu. Sanırım vakit iyice gece olduğundan, köydeki sesler buraya kadar uzanıyordu. Dinlendiği ağacın altından tam yola çıkacaktı ki yolun hemen aşağısından, Rahim'in çeşme yanından gelmekte olan bir aracın lâstiklerinin taşlı yolda bıraktığı sesler, gecenin sessizliğinde ta buraya kadar geliyordu. Emin Aga hemen bulunduğu yere çömeldi ve beklemeye başladı. Bu gece hiç acelesi yoktu. İşte yanılmamıştı. Farları sönük bir araç yavaş yavaş önünden geçip Taşlıtarla tarafına doğru gidiyordu. Bulunduğu yerden araç içindekilerini görmeye çalıştı ama aracın farları ve tavan lambası sönük olduğundan, ay ışığında görebildiği kadarıyla, sadece üç kişi olduklarını farketti. Ama içinde kimler var göremedi. Aylardır onları sıkı bir şekilde takip eden Emin Aga, aracın içindekilerinin Nihat ve asker arkadaşları olduklarından hiç kuşku duymuyordu artık.
     Farları sönük araç tepenin ardından kaybolunca, Emin Aga da gizlendiği yerden ortaya çıktı. Yavaş yavaş yürüyerek o yöne doğru gidiyordu şimdi. Zaten az kalmıştı. Şu çalılığı döndükten sonra Taşlıtarla'nın girişine gelmiş olacaktı.
     Emin Aga nihayet ulaşmıştı. Eskiden, o gençlik yıllarında hayvan güderken her Allahın günü buralardaydı ama şimdilerde bacakları onu bir yerden bir yere götürmekte zorlanıyordu. En son ne zaman gelmişti hatırlamıyordu bile. Neyse şimdi bunları düşünecek zaman değildi. Çok ama çok dikkatli olmalıydı. Nihat ve asker arkadaşlarına hiç bir şey farkettirmeden, onların burada ne işler çevirdiğini öğrenecekti bu gece. Önce etrafta kimseyi göremedi ama gecenin sessizliğinde bir kazma sesi belirli aralıklarla inip kalkıyordu. Gürültü etmemeye özen gösterek oraya doğru yaklaşırken, genç meşe ağaçlarının arasına ustaca gizlenmiş aracı gördü Emin Aga. "Bu gece ipliğinizi pazara çıkaracağım Hacı Osman'ın sinsi torunu." diyerek, sesizce aracın yanından geçti. Geçerken dikkatli bir şekilde baktığında, aracın içinde kimseler yoktu. İlerideki yana yatık kayanın arkasından, belirli aralıklarla vurulan kazma sesi ile birlikte, fısıltı şeklinde konuşmalar geliyordu.
     Gecenin sessizliğinde pür dikkat ilerlerken hem görünmekten korkuyor, hem de orada ne yaptıklarını çok merak ediyordu. Çünkü iki senedir gazeteler, televizyonlar, tüm basın, toprağa gömülen silâhlar konusuna kilitlenmiş, nerdeyse tüm haber bültenlerinde hep bu işleniyordu. İktidarın ısrarla üzerine gittiği, muhalefetin ise 'yok böyle bir şey, uydurma bunların hepsi' deyip burun kıvırdığı bir oluşumun delillerini, bu gece şansı yaver giderse kendi gözleri ile görecek olmasından, ayrı bir heyecan duyuyordu yüz yaşını devirmiş, yılların eskitemediği Emin Aga. Köy yerinde nam-ı diğer adıyla, Siyaset Emin.
     Konuşmalar fısıltı şeklinde olup, hemen önündeki kayanın arkasından gelmekteydi. Yere yavaşça diz çöktü. Ellerinin ve sızım sızım sızlayan kahrolası dizlerinin üzerinde güçlükle emekleyerek, iyice sokuldu, biraz olsun soluklanmaya çalıştı. Başını yavaşça uzattı kayanın ardından. Ay ışığında görebildiği kadarıyla, birisi hızlı bir şekilde toprağı kazıyor, o ara verdiğinde diğeri kürekle kazılan toprağı dışarıya atıyordu. Gözlerini kısarak dikkatlice bir daha baktı Emin Aga. Şu arkası dönük iriyarı adam Nihat mıydı acaba? Aksi gibi ay bulutların arkasına girmiş, deminden beri ışıl ışıl ortalığı aydınlatan mehtap aniden kaybolmuş, etraf şimdi zifiri karanlığa gömülmüştü. Olsun, nasıl olsa buraya kadar görünmeden bir şekilde gelmişti. Bu günü sabırla bekliyordu. Dikkatsiz davranıp da bir çuval inciri berbat etmenin sırası değildi şimdi. Aceleye gerek yoktu hiç.
     Birden bir çıtırtı hissetti arkasında Emin Aga. Eli ayağı buz kesti. Arkasından gelen bir hışırtı ile aniden geri döndüğünde, buluttan sıyrılan ayın aydınlattığı bu gecede, birisinin elindeki sopayı ona doğru kaldırdığını farketti. Sol şakağının üzerine inen kalın bir sopa darbesi ile zaten ne kadar mecali kalmış olan zavallı ihtiyar Emin Aga, köyün Siyaset Emin'i, yüzükoyun oracığa yığılıvermişti. Bekletmeden, bir darbe de yerde yatarken ense köküne indi. Herşey o kadar çabuk olmuştu ki çukur kazanlar bile ne olup bittiğini anlayamamışlar, yanlarına doğru kütük gibi bir şeyin devrildiğini gördüler.
     Gayrı ihtiyari bağırdı diğeri. "Ne oluyor lan orda!"
     Onlar da ellerindeki işi bırakıp kayanın oraya koştular. Şimdi kayanın etrafını dolaşıp geldiklerinde, yerde yüzüstü yatan biri vardı. "Ne oldu öyle? Ödüm koptu."
     Eli sopalı şahıs, dişlerinin arasından tısladı. "Yok bir şey. Biri bizi gözetliyordu. Merak etmeyin, ben hallettim. Kim olduğunu anlarız şimdi."
     Ay buluttan iyice çıkmış, ortalığı gümüş bir ışık seli kaplamıştı. Kazmayı kullanan iriyarı adam gelip, yüzükoyun yatmakta olan zavallı ihtiyarı ayağı ile sırtüstü çevirince, şaşkınlıkla bağırdı.
     "Ulan, bizim Emin Aga bu!"
     Diğer ikisi şaşkın şaşkın birbirlerine bakıyordu şimdi. Ne arıyordu bu ihtiyar gecenin bir yarısı buralarda? Biri eğilip şah damarını yokladı. Allah kahretsin! Nabzı atmıyordu. Korkudan yüzü kireç gibi olmuştu adamın.
     "Ölmüş..."

3 GEN'çHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin