Patlama sesi çağlayanın sesini bastırdığına göre, bu uzun namlulu bir tüfekti.

1 0 0
                                    

     Bir haftadır çalışan kazı ekipleri çalışmalarını bitirmiş, tarlanın her tarafını adeta sürmüşlerdi. Ceset çıkınca, 'başka mezarlar da vardır' diyerek, her karış toprağını hallaç pamuğu gibi atmışlar ama neredeyse küçük bir kamyonet kasasını dolduracak kadar silâh, mühimmat çıkarmışlardı topraktan.
     Biraz araştırdıklarında cesedi çıkarılan şahıs, Murat ve Nihat'ın ortak arkadaşı Ünal olduğu öğrenilip Murat'ın yapılan sorgusunda, Nihat'ın Ünal ile olan kavgasında ölüm meydana geldiği öğrenilip, orada tutanaklara geçirilmişti. Çukurdaki ikinci cesedin kimliği henüz tespit edilememişti. Şimdi Nihat'ın üzerinde iki cinayet görünüyordu. Şimdilik iki. Soruşturma derinleştikçe başka başka yerlerde, başka cesetlere ulaşılabilir veya bazı infazların suçlusu olarak ortaya çıkabilirdi. Bu köyden bu kadar mühimmat ve askeri şahsa ait bir ceset çıktığından beri İl Emniyet Müdürlüğü, İlçe Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesi üzerindeki baskıyı arttırmış, 'cinayetlerden sorumlu adamı kısa sürede yakalayıp getirin' diye talimat vermişti.
     Polis Ali ve yanındaki iki kişi, hava karardığında görünmeden köyün yakınlarına kadar geliyorlar ve kazı başladığından beri Elif Hanım, Gökhan, Esra ve Nihat'ın telefonları dinlendiğinden, Nihat ile bir konuşma yakalamaya uğraşıyorlardı. Eğer böyle bir konuşma yakalandığı takdirde, bulunduğu yerin koordinatları belirlenip, takviye kuvvetlerle hemen operasyon yapılacaktı. Eski bir polis olduğundan, tabi ki Gökhan da bunu biliyor ve o yüzden bir kere olsun Nihat'ın cep telefonunu çaldırmamıştı. Ama Nihat da bu konularda tecrübeli biri olduğundan, belki de telefonunu kaçarken bir yerlere atmıştır ama ne olursa olsun, onun yanına gitmeye can atıyordu Gökhan. Bu konuda konuşup, niye bu durumlara düştüğünü ona sormak istiyor, en yakın arkadaşının bu kötü durumunu bir türlü kabullenemiyordu.
     Saat gece 03.00 suları. Hah işte, gelişmeler başlamıştı. Polis Ali ve arkadaşlarının bir haftadan beri beklediği an gelmişti. Cevizlikteki kulübesinden çıkan Gökhan, yanına köpeği Efe'yi de alarak dereboyundan sesizce, hiç ışık kullamadan, karanlıkta ilerliyordu. Bu saatte nereye gidecek? Tabii ki çoktandır görmediği arkadaşı Nihat'ın yanına. Ali ve ekibinin yanında gece görüş dürbünü olduğundan, Gökhan'a kendilerini farkettirmeden çok çok gerilerden takip etseler de bu termal dürbünle onu gayet net görüyorlardı. İşte derenin karşısına geçmişler, ay ışığının dereboyundaki açıklık yerleri neredeyse gündüz gibi aydınlattığı yerlerden değil de kızılağaçların koyu gölgelerinden hızla ilerliyordu.
     Gökhan ve köpeği Efe, kısa bir yürüyüşten sonra küçük bir çağlayana geldiler. Burası muazzam güzellikte bir yerdi. Suların gecenin sessizliğinde çok hoş çağıltılarla döküldüğü, koskocaman doğal bir havuz vardı. Bu havuza düşen ayın ışığı, ortalığı gümüşi renkli bir ışık seline boğuyordu adeta.
     Bu büyülü ortamın güzelliğini hayran hayran seyrederken, Gökhan'ın kayalıkların yan tarafından yukarıya doğru tırmandığı, çıplak gözle görülmekteydi. O da ne? Bir an gözden kayboldular sanki. Dürbünle tarasalar da ne Gökhan ne de Efe görünüyordu. Ne oldu böyle? Allah kahretsin! Kaybetmişlerdi.
     Birden yanındaki arkadaşı fısıltı ile konuştu Ali'nin. "Ali abi... Saat iki yönündeler, bakın."
     Gerçekten de Gökhan bir an kayanın ucunda gözüktü ve içeriye bir yere girdi. Biraz sonra yine kayanın ucuna doğru yürüdü. Onlar yukarılarda bir yerde gözüküyordular ama Nihat yoktu. Onu arıyor gibiydiler. Tekrar gözden kaybolan Gökhan, birkaç dakika sonra yeniden ortaya çıktığında, kayalıklardan aşağıya inmek üzereydi. Ali dürbünle kayalıkların yukarısını taradı ama nafile. Hiç bir canlı emaresi yoktu. Oldukları yerde bir müddet daha bekleyen polis Ali ve TEM şubesinden arkadaşları, Gökhan'ın iyice uzaklaşmasından sonra dönüş yoluna geçmişlerdi. Şimdi ilçeye geri dönmenin planlarını yapıyorlardı. Bu geceki takipten hiç birşey çıkmamıştı.
     Geriye dönerken, Ali'nin aklına Nihat'ın annesi Elif Hanım'a uğramak geldi. Bu saatte kadıncağızı rahatsız etmek ne kadar doğru olurdu ama bunu yapmak zorundaydı. Tamam, bu köyde iyi anıları vardı Ali'nin ama günlerce yanındaki ekiple birlikte buralarda canları çıkmıştı. Bu işi artık sonlandırmalıydı. Bu düşüncelerle değirmenin yanına geldiğinde, kapı yanına bağlı olan Efe korkunç sesi ile havlamaya başladı. Demek ki Gökhan da gelmişti. İçerisinin ışıkları yanıyordu. İçeride telâşlı sesler olunca, daha fazla bekleyemeyen Ali seslendi. "Açın! Polis."
     Elif Hanım korkulu gözlerle kapıyı araladığında, gecenin sessizliğinde, sanki değirmenin arka taraflarından yüksek bir yerden biri atlarmış gibi tok bir ses geldi ve birinin koşarak uzaklaşma sesi gayet net duyulmuştu. Zincirine bağlı Efe de o tarafa doğru heyecanla havlıyordu. Tüh! Kaçırmışlardı Nihat'ı. Ali'nin yanındakiler, kaçan kişinin peşinden gitmek için hamle yapsalar da Ali onları hemen durdurdu. Bu arada Elif Hanım şimdi kapıyı ardına kadar açmış, şaşkın gözlerle Ali ve yanındaki arkadaşlarına bakarken, Elif Hanım'ın arkasındaki Gökhan da şaşırmış bir haldeydi. "Ali ne bu hal? Ne arıyorsun burada?"
     Ali sıkıntılıydı. "Yanlış anlama ama arkadaşım. Gecenin bu saatinde asıl ben sana sormalıyım. Sen ne arıyorsun burada?" İki arkadaşın gözleri dostça buluştu. Saklanacak birşey yoktu. "Dostum, biliyorsun. Nihat benim, ta çocukluğumdan beri can dostumdu. Kalktım Elif Hanım'a geldim bir haber var mı?" deyince, Ali can sıkıntısı ile yüzünü buruşturdu. Arkadaşı Gökhan, resmen yalan söylüyordu. Biraz önce onu çağlayana kadar takip etmişti oysa.
     "Gecenin bu saatinde mi?"
     Gökhan diklendi. "Ne olmuş bu saate? Gelemez miyim yani?"
     Ali, eskiden birlikte görev yaptığı arkadaşı ile Elif Hanım'ın yanında tartışmak istemiyordu. "Tabii ki geleceksin dostum, o da ne demek? Biz de polis olarak araştırmamızı yapıyorduk zaten. Hadi Allah emanet olun. Biz gidiyoruz." Gökhan, Ali'ye böyle sert çıktığına üzülmüştü. O da şimdi gelmiş, tam de Elif Hanım'a 'Nihat'tan bir haber var mı' diye soracakken kapı çalınmıştı. Hemen arkalarından geldiklerine göre, acaba şelaleye kadar onu takip etmişler miydi? Elif Hanım da gece vakti gelişen olaylar karşısında bocalamış, "Nihat'ıma bir şey mi oldu?" diyor, başka da birşey demiyordu. Demek ki, Nihat'tan o da şimdiye kadar bir haber alamamıştı.
     Şimdi Efe yedeğinde, köye doğru dalgın dalgın yürüyordu Gökhan. Köye yaklaştıklarında, Efe durakladı ve köy çeşmesine doğru havlayınca polis Ali ve arkadaşları, bir evin bahçe avlusu gölgesinden açığa, yola doğru çıktılar. Ali, Efe'ye doğru seslendi. "Efe biziz. Ne haber oğlum? Senin de gözünden hiçbir şey kaçmıyor." deyince, Efe Ali'yi hemen tanımıştı. Kuyruğunu onu tanıdığını belli eder şekilde salladığında, gelip başını sevecenlikle okşadı Ali. Gökhan'ın iyice canı sıkılmıştı. "Ali, çok ayıp ediyorsun ama..." dedi ve başka şeyler de söyleyecekken, gelip elini omuzuna attı eski polis arkadaşının Ali. "Sözümü kesmeden beni dinlemeni istiyorum Gökhan. Bizimle işbirliği yapman gerekiyor."
     Diklendi Gökhan. "O niye o?"
     Arkadaşının o müthiş inadı tutmuştu yine. Ali, oldukça sakin olmaya çalışıyordu. "Niye mi? Ne demek niye? Sen eski bir polissin dostum, bilirsin. Kanunen suçluyu kollamak suçtur."
     "Evet de..."
     "Dur, sözümü kesme de dinle. Akşamdan beri seni takip ediyoruz. Çağlayana kadar gittin ve Nihat'ı orada bulamayınca, döndün değirmene geldin. Yanlış mıyım?"
     Gökhan gözlerini iri iri açmış, Ali'yi dinliyordu. Devam etti Ali. "Ama Elif Hanım'ın ve senin bakışlarından, evdeki Nihat'tan ikinizin de haberinizin olmadığını anladım." deyince, Gökhan şaşkınlık içindeydi.
     "Evdeki Nihat'tan mı?"
     "Evet dostum, evdeki Nihat'tan. Biz kapıyı çaldığımızda, Nihat değirmenin arka penceresinden atlayıp, dağlara doğru kaçtı. Şimdi onun nereye gittiğini ikimiz de biliyoruz artık." Gökhan dik dik baktı Ali'ye. Ne demek istiyordu böyle demekle? Ali devem etti konuşmasına. "Tabii ki çağlayanın üstündeki kayalıklara. Tahminime göre, başınızın kanunlarla belâya girmesini istemediğinden, sizlere görünmeden yiyecek almak için gizlice girdi eve." Gökhan soğuk terler dökerken, Ali anlatmasına devam ediyordu. "Biliyorsun burası jandarma bölgesi. Aslında haber verip, operasyonu jandarmanın yapması gerekiyor. Jandarmanın yapacağı operasyonun sonucunu az çok tahmin ediyorsundur. Ne diyorsun? Bize yardım edecek misin şimdi?"
     "Şey... Bilmem ki."
     Ali, Gökhan'ı ikna etme çabasındaydı. "Bunda bilemeyecek birşey yok dostum. Nihat ikimizin de arkadaşı. Onun kılına bir zarar gelmesini ne sen, ne de ben istemeyiz, doğru mu?"
     "Tabii ki de..."
     "Aslında sana hak veriyorum. Elif Hanım'ın, Esra'nın ve tüm köyün gözünde ispiyoncu durumuna düşecek olman, çekimser davranmaya itiyor seni."
     Gökhan'ın gözlerinden, biraz kararsızlık okunuyordu. "Aslında hiçbiri umurumda değil. Benim için önemli olan, Nihat'ın benim hakkımda ne düşündüğü. Daha o zaman, 'sattın beni' demesi, hâlâ kulaklarımda." dedi ve başını olumlu anlamında salladı. Karar vermiş gözüküyordu. "Tamam Ali. Ama şimdi değil, yarın, gündüz gözüyle." deyince, Ali içinden derin bir 'oh' çekti. İnşallah bu işi kazasız belâsız atlatacaklardı. Koluna girdi Gökhan'ın. "Sağol dostum yardımın için. Sen nasıl istersen öyle olsun. Sabah ola hayrola."

3 GEN'çHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin