Siyaset Emin'e çattın mı yandın, sonuçlarına katlanacaksın artık.

1 0 0
                                    

     Yazın o güzel günleri bir çırpıda geçmiş, gündüzleri pek belli etmese de akşama doğru çıkan rüzgâr, üşütmeye başlamıştı bile. Kahvede bol bol sigara içildiğinden, iki arkadaş nadir de olsa gittikleri kahvenin yan kısmındaki 'indirme' tabir edilen açıklık yere oturup, köy gençleriyle hoş bir konuşma ortamı yaratmaya çalışıyorlardı. Ne kadar kafa yapıları uyuşmasa da köy yerinde tamamen kopmak olmazdı. Yoksa hemen bir dedikodu yayılır, adları büyük burunluya çıkartılırdı.
     Nihat'la oturduğu masadan şöyle bir etrafına bakındı Gökhan. Kiminle ne konuşacaktı ki? Şu köşe masada sözüm ona çayına okey oynayan, ama çok iyi biliyordu ki gizliden gizliye kumar partileri düzenleyen, aşağı bakkalın oğlu Sefer'le mi? Yoksa şu çay ocağının yakınında ellerinde nah böyle pabuç kadar telefon, kakara kikiri yapan, yeni yetme üçlü genç grupla mı? Köyün yaşlıları ise yan taraftaki masada oturmuş, kulakları ağır işittiğinden, bağıra çağıra kendi aralarında konuşuyorlardı. Konu, güzel ülkemizin her yerinde olduğu gibi yine siyasetti. Nihat ile Gökhan bir yandan çaylarını yudumluyorlar bir yandan ihtiyarların kendi aralarında atışmalarını dinleyip eğleniyorlardı. Nihat, onların siyaset yüzünden kapışmalarından çok eğlenir, siyasetten anlamasa da lafa karışıp ortalığı alevlendirirdi. Yine taş atmadan duramadı. "Emin Aga bakıyorum deminden beri hükümete toz kondurmuyorsun ama bak köylünün haline... Ürününü bile veremiyor tüccara. Nasıl versin? Buğday alım bedeli çok düşük. Nasıl derlerdi sizin eskiler? Akı bokunu bile karşılamıyor." dediğinde, 'sen ne yaptın' der gibi arkadaşı Nihat'a baktı. Nihat da, 'boşver, sen bak dalgana' gibisinden bir el işareti yaparak, Emin Aga'dan gelecek cevaba odaklanmıştı.
     Emin Aga köyün en yaşlılarındandı. Nice hükümetler, nice darbeler geçirmişti. Ona siyasetten lâf açtın mı yandın ki ne yandın... Anlatır da anlatırdı artık. Bu yüzden adı, 'Siyaset Emin' diye anılırdı köy yerinde. Gözlerini kısarak okumaya çalıştığı gazeteden başını kaldırdı yavaşça. Yaşı epey ilerlese de gözlük kullanmayı pek sevmez, zorla okumaya çalışırdı siyasi haberleri. Onun için bu hükümet denince akan sular dururdu. Anlattığına göre, ta gençliğinde Menderesçiymiş. Orta yaşlarda Ecevitçi, şimdi de bu hükümetin destekçisi. Köyde hükümetin kalesi gibiydi adeta. Başbakana toz kondurmazdı. Onun huyunu bilenler, yanındayken mahsustan da olsa hükümete bok atmaya kalkarlar, ondan sonra da oturur curcunayı seyrederlerdi. Kırçıllaşmış kaşlarının altından masmavi bakan gözlerini kısarak konuştu Emin Aga.
     "Hele bana baksana sen 'küçük ağa' kendine eğlence arıyorsun galiba?" diye çıkıştı. "Yeni yetme! Ne anlarsın sen siyasetten? Bir gün olsun, eline bir gazete alıp okudun mu? Bak Gökhan oğluma. Benden yiyeceğin paparayı o da anlamış ki, arkadaşını korumak için, lâfa atlamaya hazırlanıyor kurt gibi." dediğine göre, Gökhan'ın huzursuzluğunu Emin Aga da anlamıştı. İş dallanıp budaklanmadan, Nihat'ı korumaya onun hışmından. "Yok be Emin Aga sen bakma bizim densize. Bilmez miyiz sanki biz onu? O hep öyledir işte. Tuzu kuru köy burjuvası, ne olacak." derken, bir taraftan Nihat'a bakıp göz kırpıyordu. Nihat bu burjuva lâfını pek anlamamıştı. Sanki biraz lâf sokuşturuluyor gibi geldi. Ama Emin Aga'ya çattın mı yandın sonuçlarına katlanacaksın artık. Kızmaca darılmaca yok. Zaten hiç kimse bağırmalarına aldırmıyordu artık. O, köyün sembolü gibiydi.
     Gökhan'ın ondan tarafa çıkışından sonra, Emin Aga kendini biraz frenlemişti. "Haklısın oğlum Gökhan, haklısın," dedi. "Gerçi bunun babasının pek böyle burjuva halleri yoktu ama..." Bu söylediği 'ama' lâfının arkasından, pek hayra alamet sözler gelmeyeceğini anlayan Gökhan, şimdi kaş göz ediyordu Emin Aga'ya ama gören kim? Verip veriştiriyordu Nihat'a şimdi. "Bu Nihat Ağa da pek mal canlısı çıktı. Köyümüz, aşiret köylerine döndü nerdeyse. Baksana, köylünün bütün tarlalarını kapattı üç otuz paraya köftehor. Garibim halk kendi eli ile sattığı tarlalarda, sonradan görme Nihat Ağa'ya... Nasıl diyordun? Senin deyiminle, Maho Ağa'ya, 'marabalık' yapıyor mecburiyetten. Elinde azıcık parası olan da hayvanlarına yiyecek yetiştirmek için, eliyle sattığı tarlaları ondan icar yoluyla kiralamak zorunda." Nihat'ın yüzü asıldı. Nerden bulaşmıştı Siyaset Emin'e durup dururken? Gökhan'la bakıştılar. Tam ağzını açıp cevap verecekti ki, kahveden çıkan köy korucusu Recep, onlardan yana seslendi. "Nihat, burada mıydın?" dedi onlardan tarafa gelerek. "Ben de seni içeri baktım, göremeyince, gelen evrağı muhtara bırakacaktım." Nihat'la Gökhan bakıştılar. "Nedir o ki?" diye soran Nihat, kalkıp korucunun uzattığı, resmi bir belge olduğu anlaşılan sarı zarfı merakla alıp açmaya çalışırken, Gökhan da zarfın üzerindeki 'Askerlik Şubesi' yazısını okumuştu. Allah Allah. Askerlik şubesi ile ne işi olabilirdi ki Nihat'ın? Yaşı yirmi üçe gelmişti ama Gökhan'ın zoru ile güç belâ Açık Öğretime kaydolmuş, sınıfını geçemese de işlerini toparlayana kadar birkaç sene idare edecekti. Yoksa yükseköğretim okumak onun neyine?
     Nihat, zarfın içindeki tek nüsha yazılı kâğıdı okuduğunda renkten renge giriyor, dönüyor bir daha okuyordu. Okuduktan sonra kâğıdı düzgünce katlayıp dikkatlice gömlek cebine koyarken, etraftakiler soran gözlerle bakmaktaydılar. Ayağa kalkıp, kırgın bir sesle konuştu Nihat. "Hadi herkesin gözü aydın olsun," dedi sitemli bir şekilde. Döndü Emin Aga'ya. "Senin bir lâfın vardı ya Emin Aga. Götünüze kına yakarsınız artık. Bir ay sonra kasım döneminde askere gidiyorum." Bu söz üzerine Emin Aga kaşlarını çatıp birşey diyecekken, Gökhan ona bakıp, 'Emin Aga boşver' der gibisinden hareket yapınca, tekrar gazetesine dönmüştü.
     Nihat, kimseye birşey demeden masadan kalkıp eve doğru yollandığında, Gökhan da onun arkasından kalkmış giderken, Siyaset Emin'in sesi arkadan duyuluyordu. "Hadi bakalım Maho Ağa. Git doğuya askere de gör bakalım. Burada bol keseden sallamak gibi oluyor mu askerlik. Orası Asker Ocağı. Birilerinin dediği gibi, öyle 'yan gelip yatma yeri' değil." diyordu kinayeli bir şekilde. Tabii Nihat'ın bunları duyacak hali yoktu.
     Gökhan bir solukta çabucak yetişti arkadaşına. Derslerin bir kısmını geçemediğinden bir yıl donduracaktı okulunu. Zaten iki yıllık kıytırık bir şey okuyordu. Birkaç yıl daha askere gitmeyip, işlerini iyice toparlamaktı amacı. Gökhan kızgınlıkla sordu. "Belgeleri götürüp Açık Öğretim Bürosuna vermedin değil mi?" dediğinde Nihat suskundu. "Yaa, şey..." der demez, sinirden köpürmüştü Gökhan. "Ne Nihat... Ne? Bir kerecik olsun beni dinlesen olmaz mı?" diyerek veryansın ederken, Nihat yaramaz çocuklar gibi önüne bakmaktaydı kös kös. Daha dün gibi hatırlıyordu; 'Aman Nihat gözünü seveyim, şehre inince ilk işin belgeleri götürmek olsun' diyen Gökhan'ın söyledikleri, hâlâ kulaklarındaydı. Ama işte, olanlar olmuştu. Şehire inip etrafı seyre dalınca, evrak falan gitmişti aklından. Üzüntülü bir sesle, "Sana söylemeye çekindim geç verdiğimden dolayı. Geçen yıl kendiliğinden bir yıl uzayınca ben de sandım ki." deyince, Gökhan'ın kızgınlığı hâlâ geçmemişti. "Ne sandın ya? Devlet, Nihat beyimizin okulunu kendiliğinden uzatacak mı sandın?" diye onu paylamaya devam edince, iyice bunalmış olacak ki birden parlayıverdi. "Tamam ya!" dedi hırsla. "O gün cebimde unutmuşum kâğıtları işte. Bir kaç gün sonra gittiğimde, başvuru süresinin geçtiğini söylediler. Okulumu donduramasam da bir yıl sonraya çağırırlar sanıyordum. Ne bileyim bu yıl bitmeden en son tertip kaldıracaklarını."
     Gökhan arkadaşının sıkıntılı halini görünce, daha da üzerine gitmedi. Olan olmuştu artık. Sakin bir sesle konuştu. "Tamam, takma kafana. Er veya geç gidecektin nasıl olsa. Vatan borcu. Bir an önce gider gelirsin, işlerinin başına geçersin." deyince, Nihat mırıldanır gibi konuştu. "Eh, öyle olacak artık."
     "Şimdi eylülde olduğumuza göre, dolu dolu bir ayın daha var," dedi Gökhan. "Yarın hep beraber kasabaya inip, katılacağın birliğini öğreniriz." diyerek, arkadaşının omuzuna hafifçe vurdu dostça. Nihat sessizce yürüyordu. Annesi o yokken bir yıl işleri nasıl idare edecekti? Gerçi sıkıntı yoktu. Ramazan Kahya işçileri gayet iyi yönlendiriyordu ama aklı hep burada kalacaktı.
     Sessizliği bozan Gökhan oldu. "Önümüzdeki ay köyü ikimiz de terkediyoruz anlaşılan."
     Ne demekti şimdi bu? Nihat hiçbir şey anlamamıştı onun konuşmasından. Gökhan önündeki bir taşa tekme savururken ağır ağır konuştu. "Babam haklı galiba," dedi üzüntülü bir şekilde. "Ben hiç bir zaman tıp puanını tutturamayacağım. Bu hayalle gidersem, okul falan görmeden otuzumu bulacağım nerdeyse. Onun için, ben de az çok alacağım puanı tahmin ettiğimden, ilk tercih yaptığım okula gidiyorum önümüzdeki ay." deyince Nihat kendi derdini unutmuş, Gökhan'a çıkışmaktaydı. "Helâl olsun oğlum ya! Bizden de sakladın ya. Hayret yani. Hangi bölüm bu bakalım?" diye sorunca, arkadaşının gözlerinin içine bakarak muzip bir şekilde güldü Gökhan. "Dur şimdi, Esra kızar. Cepten çaldırayım çıksın sokağa. Onun yanında söyleyeyim." Tabii ya... Bir de Esra var dı değil mi hayatlarında. Esra aklına gelince içi burkuldu Nihat'ın. Bir yıl buralardan ayrı kalacaktı. O askerde olacağından gelemeyecekti ama Gökhan sık sık gelirdi artık Esra'yı görmeye.
     Birkaç dakika içinde evlerinin önüne çıkan Esra'yı da yanlarına alan Gökhan'la Nihat, şimdi üçü birlikte Cevizlik denilen yerde, Gökhan'ların dere kenarındaki bahçesinde, kiraz ağacının altına oturmuşlar, onun ağzından çıkacakları bekliyorlardı. En çok da Esra sıkıntılıydı. "Hadi Gökhan ya. Zaten bugün sürpriz üstüne sürpriz anasını satayım. Nihat'ın askerliği derken, şimdi de sen çıktın. Yumurtla bakalım... Nereye gidiyorsun okula?" diye sorunca, "Sıkı durun söylüyorum," dedi bakışlarını ikisinin de yüzünde gezdirerek. "Daha babamın bile haberi yok. Bakalım ne diyecek duyduğunda. Uludağ Üniversitesi'ne gidiyorum. Onun dediği gibi Ziraat Mühendisi olamayacağım ama yine de köy yerlerinde geçerli bir meslek olan 'veteriner' olacağım. Hani nasıl derler? Nihat çok sever bu sözü... Herkes kına yakar artık bir yerlerine."
     Her ikisi de bir ağızdan konuştu; "Veteriner ha?"
     Ne kadar sıkıntılı olsa da Nihat alaycılığı elden bırakmıyordu. "Şuna baytar desene koçum," dedi ağzı kulaklarında. "Bak ne güzel, niye üzüyorsun kendini? İnsan doktoru olamadın, hayvan doktoru olacaksın. Onları da pek seversin zaten." diyen Nihat'ın esprisine şimdi üçü de kahkahalarla gülmeye başlayınca, ne dert kalmıştı ne keder.

     Üç arkadaş cevizlikte saatlerce dertleşmişler, havanın karardığını geç de olsa farkedip evlerine doğru yollandıklarında, her üçünün de kafasında başka sorular vardı. Sorular ayrı da olsa düşündükleri tek şey, aralarındaki bu üçlü ilişkiydi. Bu, çözülmesi en zor olan, üç bilinmeyenli bir denklemdi...

3 GEN'çHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin