Esra bir kaç aydır, civar işletmelere yemek dağıtımı yapan bir 'catering' şirketinde, Gıda Mühendisi olarak işe başlamış, köyden ilçeye sabah gidiyor, akşam dönüyordu. Her öğrenci gibi o da okurken pembe hayaller kurmuş, kendini bir Gıda Mühendisi olarak çok yükseklerde gördüğü için, aldığı maaş şimdi ona komik geliyordu. Utanmasalar, koskoca mühendise asgari ücret verecekler. İşte, asgari ücretin biraz üstünde bir para alıyordu. Ne yapacaksın, Türkiye şartları böyle... Çok çok ileride, eğer biraz sabredebilirse, düşündüğü rakamları alma imkânını belki yakalayabilecekti. Ama hiç umut etmiyordu. Güzel umutlarla mezun olan her üniversite öğrencisi gibi onun da hayalleri bir bir yıkılmış, dış dünyanın acımasız çarkları içinde parçalanıp gideceğini anladığından, şimdiki işini yapmak içinden gelmiyordu.
Önündeki maliyet hesaplarına odaklanmış olan Esra, İşletme Müdürünün emreder ses tonu ile irkildi. "Esra Hanım! Akşam telefonla aradılar. Tatbak Konserve Fabrikası'nda yemeklerden yine şikâyet varmış. Bir ilgileniver bakalım. Bu ay üçüncü oldu, Allah Allah." deyince, terbiyeli bir şekilde cevapladı Esra.
"Anlaşıldı efendim... Hemen."
Geçen hafta da aynı konu için o şirkete gitmişti. Aslında sorun bal gibi belliydi ama ne yaparsın... Bu konserve fabrikası, hem düşük fiyattan yemek istiyor, hem de kaliteden ödün vermek istemiyordu. Ee, nasıl olacak bu? Çalışanlarına kaliteli yemek vermek istiyorsan, parasını ona göre vereceksin. 'Hem çöreğim bütün dursun, hem karnım tok olsun' istiyor bunlar. Siyaset Emin'in bu lâfı aklına gelince gülümsedi Esra.
Çalışmış olduğu yemek şirketinin şoförü, az önce onu konserve fabrikasına bırakmış, şimdi işletmenin Sosyal Hizmetler Sorumlusu ile bu konuyu görüşüyordu. "Esra Hanım, sanırım geçen hafta sonu da bu konuyu konuşmuştuk sizinle." diyordu ona sitemkâr biçimde. Esra, işletmede uzun yıllar çalıştığı belli olan bu yaşı geçkince adamın yüzüne dikkatlice baktı. Ona ne deseydi ki? Sorunun kaynağını her ikisi de çok iyi biliyordu. Biliyordu da işine öyle geliyordu. Taşeron şirket olduklarından, vurun abalıya. Ama Esra bu defa lâfı geçenki gibi uzatmayacaktı. "Bakınız İbrahim Bey, ben diyorum ki," diyerek, yüksek perdeden girdi konuşmaya. "Ben bu şirkete yeni girdiğimden, geçen yıl yapılan ihalede yoktum. Yapılan sözleşmede, birim fiyat zaten çok düşük tutulmuş. Ben ihalede olsaydım, bu kadar düşük maliyetlerle anlaşmaya zaten imza atmazdım. Bu yılbaşı ihale yenilenirken, hiç zam koymadan aynı fiyat üzerinden anlaşma yapmışsınız. Ee, durum böyle olunca..." deyince kurt müdür, lâfın nereye gideceğini tahmin ettiğinden, Esra'nın sözünü kesti, "Ben onu bunu bilmem Esra Hanım," dedi baskıcı bir şekilde. "Bana gelen şikâyetlere göre, işçilerimiz yemeğin kalitesinden memnun değil bu günlerde. Yemeklerde tabak başına bir parça kuşbaşı et ya düşüyor ya düşmüyor diye söyleniyorlar. Gece kahvaltılarında çorbaların çok sulu olmasından tutun da siyah zeytinlerin kalitesinin kötü olmasına kadar bir sürü şikâyet var elimde. Biraz beni de düşünün canım! Ben de üstlerime karşı sorumluyum." diye söylenince, ne olursa olsun artık. Esra aklındakini söyleyecekti. "İbrahim Bey, maliyetler aldı başını gidiyor. Ben bunun üzerine çıkarım dersem, yalan olur. O zaman siz de lütfen üstlerinizle görüşün. Sonra hep beraber oturup fiyatlarda bir revizyon yapalım. Konuyu İşletme Müdürüm ile görüşürsünüz artık. Size iyi günler."
Birden, buz gibi bir hava esmişti odanın içinde. Bu konuşma, Esra için şirkette çalışmasının sonu gibi bir şeydi. Taşeron şirket çalışanları, daima müşterileri ile iyi geçinmek zorundaydılar. Soğuk bir el sıkışmanın ardından kendini dışarı atan Esra, hiç alışık olmadığı gri pantolon ceket şeklindeki üniforma giysisinin içinde sıkılıyor, daral geliyordu. Sıkıntısı biraz da az önce yaptığı iş görüşmesinin aşırı stresinden kaynaklanıyordu. Evet, evet ondandı. Bal gibi biliyordu. İşletmeye döndüğünde, kendi müdürüne ne anlatacaktı ki? Müdürü onu işi toparlamaya göndermiş ama o ne yapmıştı? Ne yapacak? İş iyice karışmıştı. 'Aman... Ne olacaksa olsun artık. İnceldiği yerden kopsun' diye aklından geçirirken, şirkete gelmişti bile.
Araçtan indiğinde kapıdaki güvenlik, İşletme Müdürünün onu ofisinde beklediğini söyleyince, gülümsedi Esra. 'Bak bu iyi oldu, benim anlatmama gerek kalmadı' diye düşündü. Daha işletmeye gelmeden yapılan telefon trafiği her şeyi halletmiş gözüküyordu. Haydi hayırlısı. Müdürü oda kapısına geldiğinde, gözlüklerinin üzerinden baktı İşletme müdürü.
"Gel Esra... Kapıyı kapatıver."
Esra geldi, odanın ortasına kadar yürüdü. Müdürün masasının karşısında başı dik olarak ayakta duruyordu şimdi. "Gerek yok efendim. Ben böyle iyiyim," dedi vakur bir duruşla. "Kapı açık kalsın. Zaten oturmaya niyetim yok, beni mazur görün."
Müdür sinirlenmemeye çalışıyordu. Elmacık kemiklerinin üzeri horoz ibiği gibi kızarmıştı. "İbrahim Bey bana biraz önce telefonda dedi ki..." diyerek söze devam edecekti ki Esra adamın sözünü kesti. "Telefonda ne dediyse, doğru demiş efendim. Ben konuyu çok iyi anladım. Bu iş bana göre değilmiş. Siz kendinize uygun, başka bir Gıda Mühendisi bulun. Ben sizi daha fazla meşgul etmeyeyim. Çıkarken personel müdürlüğüne istifamı bırakırım. Siz zahmet etmeyin. İyi günler." diyerek, kapıya yöneldi. İşletme Müdürü bekliyordu da bu kadarını beklemiyordu. "Ama... Ama Esra Hanım."
Adamın şaşkın bakışları arasında, kısa bir selâm verip odadan çıkan Esra, şahsi eşyalarını toplamak için odasına gidiyordu. Ailesi duyduğunda çok kızacaktı bu duruma ama hayat onun hayatıydı. Özgür kız Esra, fazla sıkıntıya gelemeyeceğini çok iyi bildiğinden, daha yolun başında bu kararı vermiş olmasına, için için seviniyordu. Belki ileride tekrar kendi işini yapabilirdi, kimbilir. Şimdiden üzerinden büyük bir yük kalkmış gibiydi.
![](https://img.wattpad.com/cover/330557348-288-k316317.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
3 GEN'ç
Mystery / ThrillerGökhan, Nihat ve Esra'nın arasındaki bir aşk hikayesi gibi görünse de; kendimizi bazen Güneydoğudaki sıcak çatışmaların içinde, bazen polisiye bir olayda, bazen de bildiğimiz, sıradan bir köy yaşamı içinde bulacağınız, ama ilginç gelişmeleri olan bi...