Birden Şanslı'nın başka bir tonda, telâşlı havlama sesi duyuldu.

2 0 0
                                    

     Atalarımız, 'zaman bütün acıların ilâcıdır' demiş... Çok doğru. Olayların üzerinden altı sene geçmiş, o acı olaylar hatırlandıkça, Siyaset Emin'i, Nihat'ı sevenlerinin kalbinin alt ucu sızlasa da çekilen acılar küllenmeye yüz tutmuş, köydeki yaşam, eski günlerine dönmüştü. Nasıl derler... Ölen, öldüğüyle kalıyordu.
     Elif Hanım eli belinde, karşı tepelerden toz bulutu arasında değirmene doğru hızla yaklaşan arabaya baktı, yüzünde bir tebessüm belirdi. Araç, çınarın altında yavaşlayıp parkettiğinde, arka koltuktan atlayan tahmini beş yaşları civarındaki bir erkek çocuk, ona doğru koşmaya başlamıştı.
     "Nine! Nine, biz geldik."
     Kadıncağız yere çöktü. Kollarını kocaman açtı. "Nihat'ım! Gel ninesinin altın topu." diyerek seslendiği çocuk, koşarak gelip Elif Hanım'a sımsıkı sarılmış, onları gören sanki yıllardır görüşmüyorlar sanacak. Onun hemen arkasından araçtan atlayan kocaman bir doberman cinsi köpek de gelmiş, çocuğun yanında dik bir şekilde oturarak, pür dikkat etrafı gözlüyordu. Yanındaki eşi ile arabadan inen kadın seslendi.
     "Şanslı! Hadi oğlum, sen arabanın yanına git bakayım."
     Komutu alan köpek, sanki askeri bir emire uyarmış gibi, hemen ayağa fırladı ve hızlı adımlarla aracın yanına gidip, gölge bir yere kıvrıldı yattı. Ama orada yatarken, gözünü ayırmadan çocuğu gözetliyordu. Elif Hanım şakadan konuştu. "Esra kızım, bu köpek maşallah Nihat'ın dadısı gibi," diyordu gülerek. "Hiç yanından ayrılmıyor. Nihat nereye, Şanslı oraya."
     "Ee... Olacak o kadar Elif annem. Hocası kim baksana. Koskoca veteriner Gökhan Bey. Onun eğitmiş olduğu köpek söz dinlemeyecek de ne yapacak?" Elindeki çantaları yere bırakmakla meşgul olan Gökhan, bıyık altından güldü. "Veteriner mi? O kim? Haa, bana mı diyorsunuz? Yok canım, ne veterineri? Baytar desenize şuna. Baytar, baytar."
     Şimdi bu mutlu, şen şakrak insanlar ulu çınar ağaçlarının gölgesine hep beraber oturmuş, saat öğleye doğru ilerlemiş olmasına rağmen, aynı eski günlerde olduğu gibi, zengin bir kahvaltı sofrası kurmuşlar, yine her zamanki gibi, sofrada bir kuş sütü eksikti nerdeyse. Elif Hanım içeriye doğru seslendi. "Esra kızım, taş ocağın oraya bakıver. Kırmızı yağ biberi parpullamıştım biraz. Onu da getir, Gökhan'ım pek sever."
     Boncuk boncuk gözlerini Elif Hanım'a diken küçük Nihat sordu. "Nine, 'parpullamak' ne demek?"
     Kadın, sevecenlikle çocuğun tombul yanaklarından hafifçe sıktı. "Ah be tosunum. Ne desem bilmem ki? Sen de baban gibisin. Veteriner diyemiyorum baytar diyorum, baban bana güler. Sen de şimdi 'parpullamak' ne diye mi soruyorsun?"
     "Evet nine..."
     O sırada, nine torun arasında konuşmaları duyan Esra, yetişti kadıncağızın imdadına. "Sıkıştırmasana nineni Nihat. Bak işte parpullanmış biber böyle olur. Ye bakalım biraz. Nasılmış?"
     "Çok yumuşak..."
     Esra, masadan aldığı el bezi ile çocuğun ağzının kenarlarındaki biber tohumlarını silerken, konuşuyordu. "İşte, ninen de ateşin üzerinde kırmızı yağ biberlerini ısıtınca, böyle yumuşamışlar. Yani ne olmuş?"
     "Parpullanmışlar..."
     Gökhan oradan şaka yollu çıkıştı. "Yahu Esra, öğretmesene şu çocuğa bilmediği muhacir kelimelerini." deyince Esra kaşlarını çatmış, alıcı kuş gibi dikilmişti hemen. "Ne oldu Gökhan efendi? Soyumuzu inkâr mı edeceğiz? Muhaciriz biz, ne yapalım yani. Ama kökümüz öz be öz Türk. Oğluşuma tabii ki atalarımın dilinden bir kaç kelime öğreteceğim. Yeri geldiğinde 'parpullamak' diyeceğim ona, 'sıbıt gitsin' diyeceğim, 'porta' diyeceğim... Bu kelimeleri öğreteceğim ki hiç bir zaman soyunu sopunu, nerden geldiğini, aslını unutmasın. Şimdilerdeki gibi devletimize baş kaldıran, 'aslını unutan soysuzlardan' olmasın."
     Esra'nın kızdığını anlayan Gökhan, her zaman yaptığı gibi, hemen alaya başladı. "Oo Esra Hanım, hayırdır? Bu ne hiddet, bu ne celal yahu? Ucundan kulağından bakıyorum da siyasete bulaşmışsın gibi. Ah! Rahmetli Siyaset Emin bir duysaydı bana bu çıkışını, zevkten dörtköşe olurdu vallahi."
     Bunu der demez, ortada büyük bir sessizlik olmuştu. Yine eski günler gelmişti gözlerinin önüne hepsinin. Daha dün gibiydi. Nihat hemen şuracıkta oturuyordu. Siyaset Emin de burada. Elif Hanım'ın gözlerinin bulutlandığını gören Gökhan, onun elini tuttu. "Bak Elif annem, biz buradayız," dedi ona sıcacık bakarak. "Senin çocukların. Bak, torunun Nihat da burada." dediğinde, Elif Hanım'a yıllardır hizmet eden emektar kâhya Ramazan efendi belirdi değirmenin kapısında. "Özür dilerim Esra Hanım, rahatsız ettim. Az önce İstanbul'dan Serhat Bey aradı da. Ekmek kapasitesini arttırmak istiyorlarmış. İzmir'e yeni şube mi ne açacaklarmış, öyle dedi. Hafta arası herhangi bir gün, sizden randevu alıp gelmek istiyormuş. Esra Hanım'a hatırlatıver dedi." Esra çayları bardaklara dökerken, sıkıntıyla alnını kaşıdı. Bu kapasite arttırma işi onları bayağı sıkacağa benziyordu. Gerçi işleri tekrar ele alınca, bir yıla kalmadan toparlayıp fırını ve değirmeni eski haline getirmişti ama şimdi çoluğa çocuğa karışmış, bu değirmen ve fırın işi onun çok vaktini alıyordu. Bir de kapasite arttırma işi olacaksa, ailesine zaman ayıramıyacaktı. Gözlerini kocası Gökhan'a dikti. O da 'sen bilirsin, işlerine karışmam' der gibi ama gönülsüz olduğunu belli edercesine boynunu kısınca, Gökhan'ın bu işe sıcak bakmadığını anlamıştı.
     Değirmenin kapısına doğru döndü Esra. "Tamam Ramazan efendi. Bir ara konuşurum. İstanbul siparişleri tamam değil mi?" Adam, saygılı bir şekilde cevapladı. "Aynı emrettiğiniz gibi Esra Hanım. Kamyonun ısıtıcısını önceden bahsekonu dereceye getirip, öyle yükleme yaptık."
     "Tamam... Akşam geç vakit yola çıksın ki sabah erkenden İstanbul'da olur. Köprü trafiğine takılmasın." Bir türlü eski huyundan vazgeçmiyordu. Her ayrıntı ile illâ ki kendi ilgilenecek. Sanki bunları düşünmese, kılı kırk yarmasa, bir yerlerden aksilik olacakmış gibi geliyordu. Tam bir işkolikti. İşlerin tümünün dizginlerinin onun elinde olmasını seviyordu.
     Küçük Nihat'ın mızmızlanması ile birden gerçek dünyaya dönmüştü. "Hadi anne ya! Çağlayana yüzmeye gidecektik. Öyle demiştin."
     "Tamam oğlum. Kahvaltımızı bitirelim de öyle."
     Elif Hanım, canı gibi sevdiği manevi torununun kalması için yalvarsa da o arabaya doğru çoktan kaçmıştı bile. Kâhyanın kızı Şükran sofrayı toplarken yardım etmek isteyen Esra'yı ısrarla işlere dokundurtmamış, "Esra abla, biz neciyiz burada, aşkolsun." deyip, sofrayı toplamaya yardım etmesine karşı çıkmıştı. Esra da onu kırmamış, "Eh, öyle diyorsan dediğin gibi olsun." diyerek çantasını toparlayıp, "Allahaısmarladık" deyip, kocası Gökhan ve oğlu Nihat ile oradan ayrılmışlardı.

3 GEN'çHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin