Kulağını kestirmeyip, doğal hali ile büyüteceğim. O yüzden adını Şanslı koydum.

1 0 0
                                    

     Geleli daha bir hafta bile olmamıştı ama hemen işinin başına geçen Gökhan; Esra ve Emin Aga'nın, o gelene kadar gayet başarılı bir şekilde yürüttüğü işlerinin aksamadan devam ettiğini görünce, onlarla bir defa daha gurur duydu. "Esra, sana ve Emin Aga'ma ne kadar teşekkür etsem azdır. İnanın askerde bir kere olsun burayı düşünmedim. Neden mi? Çünkü işlerin başında siz vardınız." dediğinde Esra bir şey diyecekken, Emin Aga aldı sözü. "Yok yeğen yok... Benden geçmiş artık," dedi elini sallayarak. "Sen nişanlına dua et. Bana kalsaydı... Ohoo."
     "Öyle deme Emin Aga'm, darılırım bak. Sen olmasan, bu işlerin altından ben nasıl kalkardım?" deyip, sıkı sıkı boynuna sarıldı Esra onun. Bir müddet daha eskilerden, Gökhan'ın hiç sevmemesine rağmen Esra'nın ısrarlı soruları sonunda biraz da askerlikten bahsettikten sonra, hayvanların bakımları yapılmış, ortalığa çeki düzen verilmiş, yorgunluk çaylarını içiyorlardı. Hava biraz serin gibiydi ama ortam nefisti. Gökhan'ın başını kaldırıp ağaçların üzerine baktığını gören Esra gülümsedi. "Veteriner Bey, cevizlerini arıyorsan, bak orada. Onları bir güzel topladık, çuvallara doldurduk." deyince, Gökhan şaşırmıştı. Esra'nın gösterdiği yerde, ağzına kadar ceviz dolu iki adet büyük çuval duruyordu.
     "Esra, şaka yapmıyorsun değil mi? Benim bildiğim, bu ağaçlardan bu kadar ceviz çıkmaz."
     Esra, bu konularda bilgili olduğunu ispatlama uğraşı içindeydi. "O senin bildiğin. Bakımını ne kadar iyi yaparsan, o kadar iyi ürün alırsın."
     Bu iki genç tatlı tatlı atışırken, bahçede devriye(!) gezen Efe'nin sert havlamaları, buraya bir yabancının yaklaşmakta olduğunu haber veriyordu. Başlarını kaldırdıklarında, sık ceviz dallarının arasından gördükleri kadarıyla, bahçe kapısının yanında iki kişi duruyordu.
     "Hey! Kimse yok mu?"
     Bu Ali'nin sesiydi. Fırladı yerinden Gökhan. "Olmaz mı dostum? Gel hele gel."
     Gelenlere şimdi şaşkın şaşkın bakıyordu Esra ve Emin Aga. Gerçi Gökhan ucundan kenarından biraz çıtlatmıştı Çağla'nın kapanma durumunu ama bu kadar değişikliği beklemiyordu ikiside.
     Emin Aga buyur etti onları. "Geç Çağla kızım, otur şöyle."
     Esra resmen şok olmuştu. Onun bu halini farkeden Emin Aga, hemen ev sahibi görevini üstlenmişti bile. "Koş kızım misafirlere iki çay doldur gel." dedikten sonra, döndü Ali'ye. "Ee Ali oğlum, anlat bakalım... Nasıl gidiyor polislik?"
     "Ne olsun Emin Aga... Sen daha iyi biliyorsun bu işleri bizden. Biz bir taraftan tıkıyoruz deliğe, onlar yukarılardan bir yolunu bulup, yallah tahliye."
     Gözlerini kısarak gülümsedi ihtiyar. "Olsun polisim, olsun... Bu da iyi bir şeydir. Şimdiye kadar bir askerin yanına besmeleyle gidiyorduk. Sen de iyi bilirsin, burunlarından kıl aldırmıyorlardı bunlar. Ama bak şimdi. Mum oldular mum."
     "Tamam da..."
     Elini kaldırıp, sözünü kesti Ali'nin. "Dur acele etme yeğen. Ne diyeceğini biliyorum ben senin. Diyorsun ki yakalıyoruz da ne olacak? O iş öyle değil. Aynen dediğin gibi. Hiç birşey olmayacak. Üçer beşer çıkacaklar. Ama çıkarlarken de kulakları bükülecek. "Bundan sonra sakın ha, sakın!" denilecek. Adımlarını artık daha temkinli atacak, yoğurdu üfleyip yiyecekler. Eskiden olduğu gibi meydanı boş bulup at koşturamayacaklar." Emin Aga'nın ne demek istediğini iyi anlıyordu Ali. Türkiye şu ortamda yüksek rütbeli bir subayı sivil mahkemelerde cezalandırmaya henüz hazırlıklı değildi ama bu da bir gelişmeydi aslında. Emin Aga devam ediyordu anlatmasına. "Yani demem o ki yeğen, dışarı çıktıktan sonra köşelerine çekilip, oturacaklar. Belki birkaçı ortaya çıkıp, medya köşesinde biraz veryansın edecek ama olacak o kadar."
     Gökhan'a döndü Ali iyi bir haber verirmişçesine. "İki gündür eski şubemde çalışıyorum Gökhan. TEM şubesine döndüm."
     "Hadi ya!" diyen Gökhan, sevincini belli edercesine konuştu. "Sana da orası yakışır. Trafik polisliği seni açmaz, bilirim."
     "Öyle deme arkadaşım. Trafik polisliğin de güzel yanları vardı aslında. Hatırlasana... Burnu büyük Bursalı işadamına nasıl haddini bildirmiştin."
     Bu tarafta da Esra ile Çağla iyi anlaşıyorlardı. Çağla'nın Ali ile birlikteliğini öğrenince, Esra'nın da eski kıskançlığı gitmiş, ona yakınlık gösterme çabasındaydı. "Çağla şekerim, senden ne haber? Gökhan'dan duyduğuma göre çalışıyormuşsun galiba."
     "Yaa evet... Sağolsun Ali'nin yardımı ile bir TV kanalında iş buldum. Muhabirlik falan işte."
     "İyi iyi... İnşallah ileride daha iyi bir yerlere gelirsin."
     Gökhan bir taraftan Ali ve Emin Aga ile sohbet ederken, bir taraftan da Çağla ile Esra'nın konuşmalarına kulak veriyordu. Durum düşündüğü gibi değil, aksine sevindiriciydi. Nasıl olmasın? Yıllardan beri birbiri ile kanlı bıçaklı olan bu iki kız, şimdi çok samimi iki kanka gibi konuşup, şakalaşıyorlardı.
     Efe'nin huzursuz havlamaları yine başlayınca, Emin Aga espri olsun diye konuştu. "Hah! Bu defa Efe iyice huysuzlaştığına göre, kesin Nihat buraya yaklaşıyordur."
     Gökhan, 'daha neler Emin Aga, olur mu öyle şey. Sen de amma yaptın' diyecekken, bahçe kapı girişinden Nihat'ın sesi duyuldu. "Sahip olun şu ite. Gelmemi istemiyorsanız gelmem, söyleyin yeter. Bu canavarı bahçeye başıboş bırakmanıza gerek yok. Maazallah dışarı kaçar falan."
     Gökhan, Efe'nin tasmasından tutup onu kulübesine doğru götürürken, biraz önce Emin Aga'nın espri diye söylediği gerçek olunca, herkesin yüzünde bir gülümseme vardı. Ama Çağla yine eski Çağla'ydı.
     "Ne oldu ki? Niye gülüyorsunuz?"
     Herkes Nihat'a sıra ile hoşgeldin derken, Çağla'nın sorusu havada asılı kalmıştı. Nihat eski Nihat değildi artık. Kendini sanki arkadaş çevresinden çekmiş, 'ağır abi' takılıyor gibi bir durumu vardı. Tabii ki son olanlardan sonra pek dostu kalmamış gibiydi. Esra Gökhan'la nişanlanmış, Emin Aga onun yüzünden kalp krizi geçirmiş, üstelik Esra cevizlikte onun nerdeyse gözünü oyacaktı. Bu sırada kaçamak gözlerle Nihat'ı süzen Esra, onun yüzündeki tırnak izinin faça gibi sol kaşının ucundan aşağıya, yanağına doğru yarım ay şeklinde iz bırakmış olduğunu gördü. Esra'nın, yüzüne bakan kaçamak bakışını gören Nihat, gayri ihtiyari elini yüzüne doğru, yara izine götürdü. Bu sesiz ve derinden bakışmanın anlamını sadece kurt ihtiyar biliyordu. Çünkü bu olaydan Gökhan'a bahsetmemesini, sıkı sıkı tembih etmişti Esra'ya.
     Tam Emin Aga birşey söyleyip ortamı yumuşatma çabasındayken, bahçe kapısı yanından gülüşmelerle karışık sesler gelince, kulak kabarttı hepsi. Bir de baktılar ki Sarı Necmi ve iki arkadaşı kazma kürek ellerinde, gülüşerek Taşlıtarla tarafına doğru gidiyordu. Emin Aga, dudak büktü. Allah, Allah... Vardı bunlarda bir iş. Sarı Necmi ve serseri iki arkadaşının ellerinde kazma kürek böyle tarlalara doğru gitmeleri, pek hayra alamet değildi. Nihat'ın tarlası tarafında ne işi olabilirdi ki bu iki serserinin? Birden Nihat'ın yüzünün sarardığı, Emin Aga'nın gözünden kaçmamıştı. Meraklı Emin Aga, illâ ki öğrenecek. Yola doğru bağırdı.
     "Gençler uğurlar ola. Hayırdır böyle, yolculuk ne tarafa?"
     Sarı Necmi şöyle bir duraklayıp, kirli dişlerini göstererek sırıttı. Tam alaylı bir söz diyecekti ki Nihat'tan tarafa baktı. Belli ki çekiniyordu. Söyleyeceği kelimeleri özenle seçerek konuştu. "Ne olsun Emin dayı. Şöyle bizim tarlaya doğru çalışmaya gidiyoruz arkadaşlarla."
     "İyi de benim bildiğim kadarıyla sizin tarla, Taşlıtarla tarafında değil de kör kaynak tarafında değil mi?"
     Nihat'ın yüzünden belli belirsiz bir seğirti geçti. Emin Aga onun huysuzlandığını farketmişti. Sarı Necmi, "Taşlıtarla'nın yamacından kestirmeden çıkacağız." deyince, Nihat rahatlar gibi oldu.
     Sarı Necmi ve arkadaşları oradan uzaklaşınca, Emin Aga kendi kendine konuşuyordu. "Hımm, kesin bu işte bir iş var. Görülmüş şey mi ki Sarı Necmi eline kazma kürek alıp tarlada çalışsın. Dur bakalım, sonra çıkar kokusu. Var bunda bir iş." Emin Aga'nın bu tedirgin sözlerinden sonra, Nihat iyice huzursuzlanmıştı. Arada sırada ortaya atılan konuşmalara zoraki katılıyor, gözü ise Sarı Necmi'lerin gittiği yöne doğru bakıyordu. Dayanamadı kalktı Nihat. "Bana müsade arkadaşlar. Taşlıtarla'ya doğru gidip, sulama sistemini kontrol edeyim. Bir aksama yoktur inşallah." der demez, tarlanın yolunu tutmuştu.
     Esra, Gökhan ve diğerleri, 'Emin Aga, ne oluyor' der gibi bakıştı. Emin Aga da 'yok bir şey' gibilerinden elini salladıktan sonra çay dökmek için çaydanlığa uzandı. Ama Esra onun elinden alıp çayı doldururken, 'Cabir'in samanlığından yaptığım gözetlemelerimi biraz daha sıklaştırmalıyım' diye düşünüyordu Emin Aga.
     Birden köpek kulübelerinin tarafından Sağır Üzeyir'in oğlu Ahmet'in neşeli sesi yankılandı. "Hey, millet! Ayağınız uğurlu geldi. Helen iki yavru yapmış. Daha da olacak sanırım." Helen, doberman cinsi köpeğin dişisinin adıydı. Erkek olanın adı da Hektor. Bu cins köpeklerin sakin duruşlu ve sert bakışlı olmalarından dolayı olacak herhalde, Yunan savaşçılarının isimlerinden koymayı uygun bulmuştu Gökhan.
     Esra ve Çağla heyecanla o tarafa doğru gitmek isteyince, Emin Aga yollarını kesti. "Kızlar şimdi olmaz. Bırakın hayvan rahatça doğumunu yapsın. Yarın tekrar gelip görebilirsiniz." Bunları Gökhan diyecekken Emin Aga önce davrandığından, şimdi birbirlerine tebessüm ediyorlardı.

3 GEN'çHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin