O gün günlerden 15 Ocak'tı, birileri için kışın tam ortasıyken benim için yazın başlangıcıydı. Takvim yaprakları değişecek, mevsimler geçecek, ben büyüyecektim ama hiçbir gün hayatımı o günkü kadar etkilemeyecekti.
Bir romanın ilk satırına, bir şiirin ilk dizesine, bir dizinin ilk bölümüne, bir genç kızın ilk aşkına denkti bu. 15 Ocak onu ilk gördüğüm gündü. Kaderlerimizin kesişim noktasıydı. Birbirimize rastladığımız sokaktı. Visal, kavuşmak demekti ve ben hasretini duyduğumu bile bilmediğim o hisse gül kurusu rengindeki tabelanın altında kavuşacağımın hayalini bile kuramazdım.
Dükkânın kapısını kilitleyip yürümeye başlamıştım yıldızsız gökyüzünün altında. Bugünkü rutinimi 22.15 otobüsüne yetişerek tamamlayacak, ardından bugünkünün aynısı olan bir yarın yaşayacaktım. Hep böyle olurdu.
En büyük aksiyonum bu saatlerde gerçekleşiyordu. Bir Hollywood starı olduğumu hayal edip koşuyordum sokağı boydan boya. Bazen elimde dünyayı kurtaracak bir iksir oluyordu, bazen tüm eyaletlerin aradığı ama asla bulunamayan suçluydum, bazense hapishaneden firar eden kaçkın. Kimisi para için, kimisi sevdiği kadın için, kimisi özgürlük için yapıyordu bunları. Ben, evime giden otobüse yetişmek için yapıyordum.
Başımdaki şapkayı düzeltip çantamın kolunu daha sıkı kavradım. Atkım koştuğum için bir çeneme bir burnuma çarpıyordu. Beş dakika erken çıksam kimse bana bir şey demezdi çünkü burayı açan da kapatan da bendim ama bunu yapmıyor, son saniye yetişmeye çalışıyordum.
Ufak çaplı heyecanlar katıyordum hayatıma. Fena mı oluyordu?
Köşeyi dönüp durağın olduğu caddeye varacağım sırada bıçak gibi kesildi adımlarım. Sabahtan akşama kadar aynı müzik kanalının açık olduğu o televizyonun fişini çekmiş miydim çıkarken? Peki ya ısıtıcıyı kapatmış mıydım?
Geri dönersem yetişemeyecektim, geri dönmezsem aklım kalacaktı. Durup soluklanırken verdiğim nefesler buhar olup karışıyordu havaya. Dönmek zorundaydım. Eve geç kalabilirdim ama bu soruların cevaplarını almadan uyuyamazdım.
Otobüse yetişmeyi kafasında bitirmiş biri olarak yavaş adımlarla geldiğim yolu dönmeye koyuldum. Köklü bir tarihi olan Kafe Visal, bu sokağa giren birinin dikkatini doğrudan çekecek şekilde restore edilmişti. Sokağın en köşesindeydi. Kırmızı dış yüzeyi telefon kulübesini andırıyordu. Her gördüğümde ilk kez görmüşüm gibi bir süre bakakalıyordum rengine. O kafede çalışmak kadar bana keyif veren hiçbir şey yoktu.
En çok da tanık olduğum hikâyeleri seviyordum. Bazen ellili yaşlarda çiftler gelip birer Türk kahvesi içiyorlardı. Yıllar önce Visal Köşesi'nde buluşmaya sözleşmiş iki gencin şimdilerde torun sahibi olduğunu, buraya gelip sokağa uzun uzun baktıklarını ve birer kahve içip anılarını yad ettiğini görmek, kenardan sessizce izlemek çok özel hissettiriyordu bana.
Annemle babamın burada tanışmış olmasının payı da çok daha özel kılıyordu her şeyi benim için.
Derdim ki, benim de bir hikâyem olsun. Yıllar sonra benim yerimdeki bir kız bana imrenerek baksın tıpkı benim o çiftlere baktığım gibi. O kadar mutlu olayım ki gözlerimin içi bile gülsün. Hayaldi bunlar. Kahve hazırlarken veya kurabiye pişirirken düşlediklerimdi öylesine.
Bir kitabın ilk sayfasıymış o gece. O gece televizyonun fişini çekip çekmediğimi hatırlamamam gerekliymiş. Yaşanan hiçbir olay boşuna değilmiş ve bazı şeyler kadermiş. Bazı hikâyeler 22.15 otobüsünü kaçırarak başlarmış.
Kabanımın cebinden anahtarları çıkarırken kaldırıma çökmüş birini görmeyi ben de beklemezmişim ama her şey zamanını beklermiş.
Geç saatlere kadar çalıştığım için annemden ve babamdan ayrı ayrı aman dikkatli ol kızım temalı sözlerle uğurlanırdım evden hep. Hayat şartlarını da bildiğimden ben de temkinli davranırdım. Tanımadığım bir erkeğin yanına gidip bu saatte onunla konuşmak kolay kolay yapacağım bir şey değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖRT ÇEYREK
Teen FictionBir kaldırımın köşesinde buldum hayalimi. Gözlerimi kapattım, bıraktım avucuna kalbimi. Dedi ki, sonuna kadar tutacak mısın elimi? İçimden cevapladım, birlikte tırmanacağız tüm merdivenleri. Mumlar üfledim, dilekler diledim. Kayan her yıldızda adı...