Ormanlık alanda olan evin içine rüzgârın savurduğu yaprak hışırtıları ve arada bir de kuş sesleri geliyordu. Dışarısı insanın içini ferahlatıyordu. Camlar kalın ve muhtemelen kurşun geçirmezdi. Burayı kimsenin bilmediğini biliyordum ama Ares yine de bütün önlemleri almıştı. Pencerenin ardından gördüğüm yeşillik bana huzur veriyordu. Saatlerdir pencere dibinde olan koltukta oturmuş dışarıyı seyrediyordum ama bir süreden sonra sıkılmaya başlamıştım. Oflayarak önüme döndüm. Ares neredeydi acaba? Bana bir şey demeden aşağı kata inmişti ve bir daha gelmemişti.
Biraz onu biraz da etrafı merak ederek yerimden kalktım. İçeride otur otur sıkılmıştım. Ali'nin durumunu öğrendikten sonra telefonumu alıp gitmişti. Kim bilir nereye saklamıştı çünkü aradığım hâlde bulamamıştım. Ali ile konuşmamı gözlerini benden ayırmadan dinlemişti, daha sonra Ali'ye onu arayacağımı söylediğim hâlde telefonumu almıştı. Acaba neden? Aklıma bir ihtimal tek geliyordu ama kendime umut vermek istemiyordum. Çünkü onun beni kıskanma olasılığı hiçlikti.
Sabah geldiğimiz yere gitmek için merdivenleri indim. Yukarısı güneş aldığı için gözlerim ilk başta bu karanlığa alışamadı. Yavaş yavaş adım atarak bir yere çarpmamaya dikkat ederek ilerliyordum ama omzumun duvara çarpmasına engel olamamıştım. Can acısıyla bir küfür savurarak ilerlemeye devam ettim. Omzumu ovuşturarak önüne geldiğim kapıyı ittim. Burası da her ne kadar karanlık da olsa simsiyah boyanmış, güneş almayan, ışıksız koridordan daha aydınlıktı.
Elimi duvarda gezdirdim ama düğme falan bulamadım. Herhalde ışık yoktu, renksiz herif! Bir insan hiç mi renk katmazdı eve. Bari evi beyaza boyasaydı ama yok, beyefendi illa içindeki karanlığı dışına da yansıtacak!
Garajda ilerleyerek etrafa baktım, Ares burada yoktu. Merdivenlerden indiğini görmüştüm oysaki. Bu katta garaj harici bir kapı yoktu, karanlıktan göründüğü kadarıyla yoktu. Acaba neredeydi bunca saattir?
Arabaları es geçerek ilerlediğimde son arabanın arkasında gördüğüm kapıyla oraya gittim. Gözlerim karanlığa alıştığı için görebilmiştim. Kapıyı açtığımda karşıma orman çıktı. Kapı ağaç ve dallarla çevriliydi. Kollarımla kendime yol açmaya çalışarak aralarından geçtim. Birkaç adım sonra dallar bittiğinde bu kadar ince ve detaylı düşünülmüş eve baktım. Kapının iç kısmı siyahken, ormana bakan dış kısım ise yemyeşil boyanmıştı. Dallarla kapatılarak görünmesi imkânsız hâle getirilmişti.
Ares işini biliyordu.
Yokuşa benzer yerden yukarı tırmandım. Seslensem duyar mıydı acaba ya da başımıza birilerini toplar mıydım? Umarım burada da birileri falan yoktur çünkü bugün sadece huzur istiyordum. Ares'le akşam nasıl yatacağımı daha bulamamıştım ama düşünmeye devam ediyordum.
Biraz daha tepeye çıktığımda karşıma ağaçlarla çevrili düz arazi çıktı. Evin duvarları görünüyordu şimdi. Eve bir bakış attım, siyaha çalan yeşil bir boyayla boyanmıştı bütün duvarları. Çatısı simsiyahtı. Camları içeriyi göstermeyecek şekilde yapılmıştı. En azından biri gelse bu kale gibi evde bizim ne yaptığımızı göremeyecekti.
Kendi düşüncelerime sırıtarak arkamı döndüm. Etrafa göz gezdirdim ama beyefendi ortalıklarda yoktu. Kararsız kalsam da sesim çok fazla çıkmayacak kadar seslendim. " Ares? "
İnsan misafirini evde bırakıp dışarı gider miydi? Ares'e göre ben misafirden çok ona bela olmuş biriydim galiba. Bir insan en fazla bu kadar umursanmazdı zaten. Acaba işi olduğum için değil de gerçekten isteyerek beni korur muydu? Ya da başıma bir şey gelse üzülür müydü? O ruhsuz grilerinin altında ne anlam ifade ettiğimi çok merak ediyordum. Keşke Ares'in aklını ve kalbini okuyabilseydim. O zaman orada bana yer var mı anlamış olurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BASKIN-Gay
General Fiction+30 Tehlikeyi seven bir adam ve tehlikenin ta kendisi olan başka bir adam