Elimdeki kitabın kapağını kapatıp oflayarak koltuğun boş kısmına bıraktım. Canım çok sıkılıyordu ve Ares de yanıma gelmiyordu hiç. En son bir saat önce yukarı kata çıkmıştı. Acaba ne yapıyordu orada? Merak ediyordum ama yanına gitmeye az biraz çekiniyordum. O olaydan sonra dışarı adım atmama dâhi izin vermiyordu. Haksız da sayılmazdı.
Biraz kararsız biraz da korkak adımlarla üst kata çıktım. Burada geçen 8. günümüzdü ve daha adam gibi hiçbir şey yapamamıştık, tek bir sefer hariç. Gerekmediği sürece konuşmuyordu bile benimle. Bu durum canımı sıkıyordu. Sanki Sihirbaz denen adamın beni yakalamasından sonra kendini bana kapatmış gibiydi. Tabii aptal gibi davranırsam olacağı buydu, bana kızmıştı. Ona gücenmeye hakkım yoktu.
Merdivenleri bitirip kapısının önüne geldiğimde elimi kaldırdım ama kapıyı çalmadım. Birkaç saniye durup derin bir nefes alarak kapıyı açtım, ne olacaksa olsundu artık. Benimle konuşmaması sinirimi bozuyordu. Kapıyı sonuna kadar açtığımda tekli koltukta hiçbir şey yapmadan oturan Ares'i görmemle duraksadım. Önündeki masanın üzerinde daha önce temizlemek için açtığı bir silah vardı ama daha elini sürmemişti. Beni fark etmesine rağmen hiçbir tepki vermemesi garip gelirken yavaşça yanına gittim.
Ares öylece önüne bakıyordu dalgın bir şekilde. Bir şey mi olmuştu acaba?Yanına varıp ona seslendim ama bana bakmadı bile.
" Ares? Bir şey mi oldu? " diye sordum yavaşça. Daldığı şey her ne ise başını kaldırıp gözlerime baktığında sesimi çıkarmadan baktım. Bana bir cevap vermeden elini silahına atıp temizlemeye başladı. Sanki ben içeri girince silahını temizlemek aklına gelmişti. Beni görmezden gelmesi tuhaf hissettirirken ne yapacağımı bilemiyordum.
Aramızdaki sorunu hallettiğimizi sanıyordum, acaba bana hâlâ kızgın mıydı? Muhtemelen öyleydi.
Masanın yanında dizlerim üzerine çöküp görüş açısına girmeye çalıştım. Grileri elindeki silahtan bir an olsun ayrılmazken, silahı tutan parmak boğumları beyazlamıştı. Gözlerim ellerine kaydı birkaç saniyeliğine. Silahı ustaca ve hızlı bir şekilde temizleyip parçalarını takmaya başladı.
" Sorun ne Ares?" diye sordum hafif merak ve sesimdeki endişeyle. Anlayamıyordum onu. Zaten anlamama da izin vermiyordu hiç. Ayağa kalktığında beklemeden kolumdan tutup beni de sertçe kaldırdı.
" Zamanı geldi." dedi kısaca, ben ona anlamsız gözlerle bakarken. Kolumu bırakıp yürüdüğünde peşinden gitmemi istediğini anladığım için hızlı adımlarına yetişmeye çalıştım." Neyin zamanı geldi anlamadım?" diye sordum merdivenlerden inerken. Ares konuşmadan önden gidiyordu öylece. Ardından aklıma gelen şeyle bir aydınlanma yaşadım. "Ah anladım! Silah kullanmayı mı öğreteceksin bana? Bence de güzel olur." kendi kendime konuşuyormuş gibi hissediyordum çünkü Ares beni takmadan yürüyordu.
Dışarı çıktığımızda Ares'in adımlarını takip ederken aklıma geçen gün gördüğüm rüya geldi. Yine aynı bu yoldan Ares'in yürüdüğü gibi yürüyordum tek başıma. Sonra da şimdi olduğu gibi o biraz boş olan araziye çıkmıştık, etrafında daire şeklinde ağaçlarla kaplıydı. Ortasında Ares'in ne zaman dışarı çıkıp da hazırladığını anlamadığım bir tahta asılıydı, ağaca yaslı duruyordu uzakta.
Burası beni gererken sanki Yücel gerçekten de buradaymış gibi etrafa bakındım. Ya gerçekten bir yerden çıkar da Ares'i öldürürse? Ya rüyam gerçekse ve ben bunu yaşadığımda fark edersem?
Kalbimde bir ağırlık hüküm sürerken dudaklarımı aralayıp derin nefesler almaya çalıştım, saçmalama Pars öyle bir şey olmayacak! Kendi kendimi içimden rahatlatmaya çalışırken bir anda belime temas eden baskıyla irkildim. Gözlerim hızla açılırken elimi karnıma yaslı elin üzerine koydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BASKIN-Gay
General Fiction+30 Tehlikeyi seven bir adam ve tehlikenin ta kendisi olan başka bir adam