-İlahi Bakış Açısı-
Gün geceye karışırken, yaprakların rüzgârda savruluşu yorgun ve baygın bedeni kendine getirmeye başlamıştı. Gözlerini kırpıştırarak aralamaya çalıştı ama çok fazla kan kaybettiği için direnci o kadar hızlı toparlanamamıştı. Uzun bir süre soğuk ve sert zeminde kalıp kendine gelmeye çalıştı.
Ali en sonunda kendine geldiğinde gözlerini aralayıp, yere düşmeden önce aydınlık olduğundan emin olduğu karanlık gökyüzüyle bakıştı. Ne kadar zaman geçmişti emin olamasa da saatler olduğunu anlamak zor değildi.
Acıdan yüzü buruşup eli yarasına giderken, sıktı. Dişlerini birbirine bastırıp elini yere koydu. Her ne kadar zorlansa da Pars'ın ne hâlde olduğunu bilmediği için acısını bir kenara bırakıp bütün gücüyle kendini yukarı itti. Canı bir hâyli yanarken, dişlerinin arasından acılı bir nefes bırakarak, dibinde yere düştüğü arabaya tutunup, beyaz yüzeyin kana bulanmasını umursamadan arabaya ilerledi.
Eli kapıya giderken gördüğü patlak lastiklerle dumura uğradı. Şimdi ne yapacaktı?
Uzaklaştığı şehre bakıp, dik tutamadığı bedeniyle saatler önce geldiği yola çıktı. Etraftan hiç araba geçmezken, durumu hiç de iç açıcı ve lehine gitmiyordu. Bedeni halsiz düşmüştü ve dayanabilecek gücü kendinde bulamıyordu. Ama mecburdu. Dayanmaya mecburdu. Yoksa Pars...
Ilık meltem kan kaybettiği için tenini üşütürken, epey bir yol kat etmişti. Bununla birlikte sayamadığı kadar çok düşmüş ve tökezlemişti. Defalarca bayılmamak için yarasına baskı uygulayarak kendini ayık tutmaya çalışmıştı.
Uyandığından beri yeni batmış olan güneş iyice geceye teslim olmuştu. Etraftan hayvan sesleri geliyordu ve Ali korkmadan edemiyordu. Eğer Hazin abinin mekânına varamadan bir yerlerde bayılırsa, hem o hemde Pars kurtulamazdı. Kendi için olmasa bile hayatını canı pahasına korumaya yemin ettiği adamı koruyacaktı. O Ali'ydi, sözünü tutardı, ölümüne...
Bacakları daha fazla tutamayıp yere düştüğünde, son anda tutunduğu duvardan destek almıştı. Başı önüne düşmüş bir şekilde duruyordu. Dönen başını kaldırıp etrafa baktığında, uzakta gördüğü adamla içine bir umut doldu.
Ares...Ares, yanında abisi varken arabasına gidiyordu. Birlikte bir şeyler konuşuyordu. Ali kendini sıkarak bağırmaya çalıştı. Haddinden fazla kan kaybettiği için sesi çıkmıyordu. Canı yanıyordu ama son kez kendini zorlayarak da olsa sesini çıkarabilmişti.
" Ares... "
Sesi bir fısıltıdan hallice çıkmıştı ve bu da kaybolan umudunu simgeliyordu. Daha fazla dayanamayıp omzunu ve başını yanındaki duvara yasladı. Gözleri kararırken, giden bedenlerin arkasından çaresizce bakmakla yetindi. Başaramamıştı, sesini duyuramamıştı, Pars'ı koruyamamıştı...
Ama bilmediği bir şey vardı, Ares onun fısıltısını duymuştu.
Ares'in eli açtığı arabanın kapısında dururken, hızla arkasını döndü. Gözleri sanki yerini önceden biliyormuş gibi köşede oturan adamı görmüştü. Anında abisini gerisinde bırakıp büyük adımlarla Ali'ye yürüdü. Birkaç saniyede yanına yetiştiği kanlı bedenin önünde diz çöktü. Abisinin arkasından geldiğini hissederken elini adamın çenesine uzatıp kaldırdı. Soğuk bakışları adamı tanımasıyla yerini çatık kaşlara bırakmıştı.
Hazin tanıdığı yüzle şaşkınca Ares'in yanına çöküp omzunu sarstı Ali'nin. Ali'nin yarı kapalı gözleri aralanmıştı.
Ali onları karşısında görmenin rahatlığıyla araladı yorgunluktan kuruyan dudaklarını. " Pars..." diye adını sayıkladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BASKIN-Gay
Ficção Geral+30 Tehlikeyi seven bir adam ve tehlikenin ta kendisi olan başka bir adam