Sırtımı koltuğa bastırarak akıp giden yolu izledim ağır ağır. Sanırım yorulduğum, yaralandığım ve uyandığımdan beri yemek yemediğim için kendimi çok bitkin hissediyordum. Daha bir saat önce uyanmama rağmen gözlerim kapanıyordu. Tabii bunda güneşin yüzüme yüzüme vurması da etki ediyor olabilirdi. Öğle sıcağı hiç çekilmiyordu hele ki halin yoksa.
Gözlerimi kapatıp başımı Ares'ten olmayan tarafa çevirdim. Koltukta biraz kayarak kendime yer açmaya çalışırken bir anda üzerimdeki güneş kapandığında yavaşça gözlerimi açtım. Ares benim tarafımda olan güneşliği açarak üzerimden çekmişti. Yan gözle ona pis pis bakıp önüme dönerek kendi salaklığıma dert yandım içimden. Bu benim daha önce niye aklıma gelmemişti? Ares'e aşık olmak bana hiç yaramamıştı. Herhalde kalbime fazla baskı uygulamıştı ki salak olup çıkmıştım.
Ares, onu umursamamamı umursamazken göz devirdim. Ne düşündüğünü de ne hissettiğini de anlamak imkânsızdı, odun! Hissiz odun!
Kaç saat geçtiğini idrak edemiyordum artık. Yol bitmek bilmiyordu. Ve bunca saattir büyük bir başarı elde ederek tek bir kelime bile etmemiştim. Ya Ares efendi, ben istedim mi hiç konuşmam. Kıpırdandığımda Ares arada bana dönüyordu. Herhalde konuşacağımı sanıyordu öküz! Sen bundan sonra benim sesimi zor duyarsın. Demek çok konuştuğum için yanında bez yok diye beni öpersin ha? İstediğim için değil de mecbur kaldığım için öptüm dersin öyle mi? Bende Pars Kılıçhan'sam bunların intikamını senden alırdım. Sevdiğim adam olup olmaman umurumda bile değil, seni süründürmezsem içimde kalacak çünkü.
Her ne kadar bitmeyen yolla sormak istesem de kendimi tuttum. En sonunda araba hareket etmeyi bıraktığında boş gözlerle etrafa baktım. Yol o kadar uzun sürmüştü ki güneşin batmasına çok az kalmıştı. Yanımdan gelen sesle Ares'e baktım göz ucuyla. Anahtarı alarak bana bakmadan arabadan indiğinde ona fırsat vermeden bende indim. Üzerimizdeki ağaçlar yüzünden hiçbir yeri göremiyordum. Orman gibiydi her yer. Altında durduğumuz çalılar yüksekti ve sanki arabayı saklamak için bizzat yapılmış gibiydi.
Etrafta hiçbir yaşam alanı görünmezken Ares'in beni neden bu uçsuz bucaksız yere getirdiğini anlamıyordum. Yoksa evini ormanın içne falan mı inşa etmişti? Yine geçen seferki gibi.Ben düşüncelere dalmış kendi kendime içimden konuşurken kolumda hafif bir dokunuş hissetmemle başımı soluma çevirdim. Ares yine buz gibi soğuk grilerini bana dikmiş bakarken kolumu tutuşundan kurtarmaya çalıştım ama bırakmadı.
" Kendim yürüyebilirim. " dedim gözlerimi ondan çekerken. Hiç konuşmak istemesem de mecbur kalmıştım.Ares birkaç saniye bakıp beni hiç takmadan yürüdüğünde, kolumu bırakmadığı için peşinden gitmek zorunda kalmıştım. Kaşlarım çatılırken konuşmak için ağzımı açtığım sırada önünde durduğumuz en az 7-8 metrelik uzunluğa sahip olan uçurumvari şeyle duraksadım. Üzerinde diğer tarafa geçebilmek için tahtadan yapılma bir köprü vardı sadece ve o da ancak bir ayak eninde genişti. Köprü dediğime bakmayın, sadece upuzun bir tahtaydı o kadar.
Ares'in beni neden bırakmadığını şimdi daha iyi anlıyordum. Zaten burayı gördükten sonra bile beni bırakması için zorlayacak kadar salak değildim. Resmen aşağı bakınca bile başım dönüyordu. Yükseklik korkum yoktu ama sadece bir tahta üzerinde diğer tarafa geçmek delilik gibiydi benim için.
Ares bana manalı manalı baktığında kendimi çekiştirmeyi çoktan bırakmıştım. O da bir daha kendimi çekmeyeceğimi anlamış gibi tahtanın üzerine adımını attı. Umarım biz tahtaya çıktıktan sonra çökmezdi. Yoksa bu yaralı halimizle ölmesek bile öbür dünyaya bir göz atar öyle gelirdik.
Dikkatli bir şekilde Ares'in peşinden giderken dengemi korumaya çalışıyordum. Her adımımda tahta hafif sallanırken ne ara Ares'in kolunu sıkıca tuttuğumu anlamamıştım. Ares hiç dengesini bozmadan benim için yavaş yürüyerek sonunda bizi öbür tarafa ulaştırdığında rahat bir nefes aldım. Birkaç adım uzaklaştığımızda Ares kolumu bırakarak önden yürümeye başladı. Resmen evine giden yola pusu kurmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BASKIN-Gay
General Fiction+30 Tehlikeyi seven bir adam ve tehlikenin ta kendisi olan başka bir adam