21

259 57 6
                                    

çok uzun zaman geçti gün ışığım. tarih telefonumda işaretli ama kaç gün geçtiğini bilmiyorum artık. günler, haftalar, aylar ardı arkasına geçti, gitti. kaç mevsim geçtiğini bile bilmiyorum artık.

gün geçtikte kötüleşmeye başlasak da ufak bir ışık vardı içimizde.

min'in de, benim de.

davaların sonuçlanması birçok sebepten dolayı çok uzun sürdü. gerçekten çok uzun, tahmin edemeyeceğimiz kadar.

min ile az önce mahkemeden çıktık.

ne oldu biliyor musun?

min'in annesi, ona açtığımız davayı kaybetti. kızına yaptıklarını kabul etti ve uzun seneler hapis yatmak üzere birkaç dakika önce kelepçe takıldı bileklerine.

dışarıya çıktığımda ona kocaman sarıldım. biz başardık, jeonginim. min ve ben, onun hayatını kurtarmayı başardık.

annesi bir daha onu hiçbir şeye zorlayamayacak. babası ise ilk davayı açtığımızda kaçıp gitmiş. haberimizin olmadığı diğer bir şey ise ailelerimizin ortak açtığı şirket oldu.

bu evliliğin hediyesi olarak açılan şirket kim ailesinin ortadan kaybolması üzerine hisse kaybettiği için çökmek üzere.

biz ise şu an bir kuyumcudayız.

"bunlar ne kadar eder?"

"oldukça pahalı gözüküyor, bakalım."

minjeong ve ben, göstermelik olan evlilik yüzüklerimizi bozduruyoruz benim güzel sevgilim.

bitti.


iki küsür sene sonra, her şey bitti jeongin.

biz boşandık.

yüzükleri orada bırakıp parasını aldıktan sonra çantamızla birlikte çıktık oradan.

artık resmiyette de aramızda hiçbir şey yoktu.

"resmen bitti."

"sana dondurma ısmarlayayım." dediğimde ikimiz de gülümseyerek bir dondurmacı aradık. min kolunu koluma doladı, aramızdaki güven duygusu oldukça ilerlemişti ve böyle ufak temaslardan kaçınmamıza gerek kalmamıştı.

"neli istersin diye sormayacağım, artık biliyorum."

ikimize de sevdiklerimizden söyledim ve yürürken yemeye başladık.

içimde büyüyen garip his birçok şeye yol açıyordu artık. çok heyecanlıydım, elim ayağım titriyordu. çok az kalmıştı çünkü, eve gidince en yakın zamana alacaktık biletimizi.

bir süre daha yürüdük, dondurmalarımız bitti ve eve gittik.

min, dün gece stresten yaptığı keklerden birini çıkarttı ve birer dilim kesti ikimize de.

"böyle giderse kore'ye dönmeden şeker krizinden ölebiliriz."

"of şu an hiçbir şey umrumda değil."

pastaya bastırdığı kaşığı ağzıma ittiğinde güldüğüm için boğulmak üzereydim.

"tamam, yiyeceğim. yeter ki boğma beni."

ben de birer bardak meyve suyu doldurdum ve birini ona uzattım. salona gittiğimizde keklerimizi yerken bir yandan uçak biletlerine bakmaya başladık.

"en yakın ne zamana gidebiliriz?"

"dört gün sonra olur mu?"

"dört mü?"

"ne kadar az kalmış, değil mi?"

"dört gün iyi," dediğimde alıp almamak konusunda kararsızmış gibi baktı.

"hazır mısın? alacağım ona göre."

"al." min'in biletleri aldığını görene kadar nefesimi tutmuştum. ve aldı. onaylandığını gördüğümde ağlamak üzereydim.

"dört gün, felix." dedi, ağlamaklı ses tonuyla. "sadece dört gün daha."

birbirimize bakıp gülümsedik. sadece dört gün sonra hayatımız yeniden başlayacaktı.

ben kalacak ev ayarlarken min eşyalarını toplamak için odasına çıktı.

birkaç saat içinde bulduğum ev ve ayarladığım eşyalardan sonra ben de odama çıktım.

şimdi eşyalarımızı toplayacağız, gün ışığım.

seni seviyorum.

_

_

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
my beloved star ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin