Punches

351 50 273
                                    

Karakola girerken dizi ve filmlerde gördüklerimden dolayı, beni demir parmaklıklar ardına koyup, ağladığım sahneler geliyordu gözümün önüne. Ama öyle olmadı.

Jimin'i ve beni farklı odalara aldılar. Yanımdaki kadın polis beni masa başında bekleyen üniformalı başka bir polise emanet etti. Dışarı çıkarken de, "İfadesini alınca bana haber verirsin, gelip teste götürürüm." demişti.

Doğruluk testi mi yapacaklardı yoksa? Hani şu kablolara bağlanıp yalan söyleyip söylemediğini anlayan alet. Eğer öyle bir test ise kesin yakalanırdım!

Korkuyla titremeye başlarken, masadaki polis, "Oturun lütfen." diyip önündeki sandalyeyi işaret etti. Sessizce oturdum. İyi tarafından bakmaya çalıştım. En azından ellerim kelepçeli değildi. Demir parmaklıklar arkasında ya da sallanan bir ışık altında sorgulanmıyordum.

Başımı utanarak görevli polise çevirdim. Orta yaşlı bile değildi. Daha çok yeni mezun olmuş deneyimsiz biri gibi duruyordu. Ama klavyenin üstündeki parmakları, onun uzman olduğu konunun farklı olduğunu anlamamı sağladı. Ekranda bir şeylere tıkladı hızlıca, sonra bana döndü.

"Evet, sizi dinliyorum." dedi. Genç ya da deneyimsiz olabilirdi ama bakışları yeterince sorgulayıcıydı.

"N-ne söylemeliyim?"

Kaşlarını çattı.

"Cebinizden çıkan, muhtemelen uyuşturucu sınıfına giren maddeyi nereden ve kimden temin ettiğinizden bahsedebilirsiniz mesela!"

Küçük odayı dolduran sert sesi ağlama dürtümü tetikledi. Dudağımı ısırıp kendimi tuttum.

"Bana ait değil!”

Sesimin titrememesine özen göstermiştim. Ama karşımdaki adamın yüzüne alaycı bir bakış yerleşti.

"Hep öyle derler zaten." dedi bıkkın sesiyle.

Tekrar ekrana döndüğünde, parmakları anlatmaya başlamamı söyler gibi beklemeye başladı.

"Sizi bekliyorum küçük hanım! Yoksa söylediklerimi anlamayacak kadar kafanız mı güzel?"

Dişlerimi sıktım. Dalga geçen yüzü çirkeflik huyumu ateşe verdiğinde ağlama dürtüm çoktan derinlere inmişti. Az önce korkudan titreyen kollarımı göğsümde topladım. Omuzlarımı dikleştirdim. Üstümde hala Jimin'in ceketi vardı. Kararlı yüz ifademi bozmadım.

"Birincisi, kafam güzel falan değil. İkincisi, avukatım gelmeden tek kelime daha etmeyeceğim."

Öyle kendimden emin kurmuştum ki cümlelerimi, böyle bir hakkım olup olmadığını bile bilmiyordum. Ama sanırım şanslıydım ki, filmlerde geçen bazı şeyler gerçekten işe yarıyordu.

Genç polis hoşnutsuz şekilde yüzünü buruşturdu. Sonra elini klavyeden alıp yanındaki telefona uzandı. Telefonu yerinden kaldırıp benim ulaşabileceğim kadar yakına koydu.

"Buyurun küçük hanım, avukatınızı arayabilirsiniz."

Öyle bir ses tonuyla konuşmuştu ki, işler yolunda gitmezse seve seve idamımı bile kayıtlara geçerdi. Kararlı ve gururlu duruşumu bozmadan telefona uzandım. Ama kulağıma götürürken kalbim deli gibi atmaya başladı. Parmaklarım Chanyeol'ün numarasını tuşlarken titredi. Kısa bir an Chanyeol yerine Wook abiyi aramayı bile düşündüm. Ama buraya kim gelirse gelsin utancım katlanacaktı, o yüzden hali hazırda beni ve Jimin'i tanıyan Chanyeol'ü çağırmak daha mantıklıydı.

Telefon üçüncü kere çaldığında gözüm duvardaki saate takıldı. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Birkaç saniye sonra uykulu sesi geldi kulağıma.

Romeo | JiRoséHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin