Olmadığım biri gibi davranmak benim için hiçbir zaman zor olmadı. Toplum sizden aynı anda birden fazla şey olmanızı istediğinde sizin de birden fazla kişi gibi davranıp bu tarifeyi uyguladığınız olmuştur. Başta anlamsız gelse de geriye dönüp ben ne yapıyorum diye defalarca kendinizle çatışsanız bile bazen sadece ayak uydurmak sizi bir ton dertten kurtarabilirdi. Evet, belki kimse gerçek sizi tanımazdı ama kimsenin gerçekten bunu yapmaya çalıştığı falan da yoktu. Dünya insanların sizi olduğunuz kişi olarak kabullenebileceği kadar toz pembe değildi.
Demem o ki Koç Kim yaptığım plasedeki hata için kulağımın dibinde bağırırken süt dökmüş kedi gibi durmama karşın tribünlerde oturmuş üstüme fena yargılayıcı bakışlar atan Mark benim hakkımda neler düşünüyordu bilinmezdi. İki gün önce onunla ilk tanıştığımız gece esip gürleyen o çocuktan geriye bir şey kalmadığını, Koç'un karşısında nasıl da ezilip büzüldüğümü görmek içindeki hovardayı mutlu etti mi bilemem. Ne kadar iki yüzlü olduğuma gözleriyle tanık olurken içinden benim hakkımda ne yargılar dağıttı, bana nasıl lakaplar yakıştırdı bilemem.
Bildiğim tek şey onun da benden aşağı kalır yanının olmadığı.
Yeni oda arkadaşım, Mark. Evet, adı buydu bir insanın adı neden eski bir para birimi olur ki diye düşünmeyin işin içinden çıkılmıyordu yine de bu durumun onun suçu olduğu falan yoktu. Neyse ne diyorduk, Mark.
Evet Beom'un yerine gelen o kanı bozuk herif. Öncelikle belirmeliyim ki insanlara öyle kolayından kötü davranmazdım, diyorsanız ki iki gün önceki o haller neydi o zaman? O tamamen bir istisnaydı, başıma gelenleri kabullenememenin getirdiği bir savunma mekanizması, içimde onca zaman biriktirdiğim duyguların bir nevi patlamasıydı. Zaten akabinde de yaptığımdan pişmanlık duymuştum ama konu bu değildi.
Mark onu gördüğüm ilk günün aksine öyle hiç de vasat bir herif değildi. O gün kuş yuvasını andıran süpürge sarısı saçları aslında oldukça canlı ve hacimliydi, onu iğrenç keşlere benzeten mor halkaları o gecenin sabahında sihirli bir değnek değmişçesine kaybolmuştu. Normal şartlarda kapısından bile alınmaması gereken Atina Lisesi'ne masraflarını yurt karşılamamasına rağmen kaydolabilmişti. Jeno onun gayrimeşru çocuk olduğunu söylerken ne kadar haklıydı bilmiyorum ama herif fena zengindi dolabı marka kıyafetlerle doluydu. Yakışıklıydı geleli daha dün bir bugün iki olmasına rağmen okuldaki kızlar peşinde pervaneydi. Duruşu, bakışı, konuşması her şeyiyle nasıl denir tam olarak buraya aitti.
Biz yurtlulara bir lütufmuş gibi bahşedilen bu okulda okuma şansı bize hep bir beden büyük gelir üstümüzde eğreti dururdu ama şu iki günde kafama vura vura bana gösterdiği tek şey nasıl da buraya ait olduğuydu. Yaklaşık üç yıldır Atina Lisesinde okumama rağmen buraya yabancıydım, ne buradakiler beni kabullenebilmişti ne ben buradakileri ama Mark geldiğinden beri belki de benim üç yılda toplamda konuştuğum kişi sayısından daha fazla arkadaş edinmişti.
Burada bu kadar popüler olmasının yanı sıra bu durum yurtta tamamen farklıydı. Bu noktada oturup size yurttaki tipleri savunacağım falan yok ama belirtmeliyim ki hiçbiri adam yemiyor. Filmlerdeki gibi öyle aşırı tipler de yok orada. Tamam biraz korkusuz ve disiplinden yoksun olduklarını kabul ederim zira ben de onlardan biriyim ama Mark'ın buradaki sosyal kelebek hallerine karşın orada birinden veba kapacakmış gibi davranması şalterlerimi attırıyor.
Dediğim gibi o da ikili oynuyordu işte. Bana böyle bakma hakkını ona ne veriyordu öyleyse?
Koç Kim dikkatimi ona vermediğimden bana biraz daha azar çaldıktan sonra yerine geçti. Hazırlık maçındaydık sezonun başlamasına bir aydan az zaman kalmıştı ve küçüklü büyüklü her yanlışta paparayı yiyordum.
Hakem düdüğü çaldı birkaç sayı karşıya birkaçı bize aktı. Aklım maçtaydı ama üzerimdeki yabancı bakışlardan oldum olası hoşlanmazdım seyirci olması beni geriyordu.
Karşı takım hiç fena değildi takımda yapılan her hatanın üstüme kalması bir yana karşı tarafın liberosu nereye ters köşe yapsak durumu çakıyor, topu savunmadan geçirmiyordu. İki set oynandığında bire bir beraberliği yakaladık, üçüncü setin sonunda karşı takım maç sayısını attığında oldu ne olduysa. Servisi karşılamak için atıldığımda Chenle ile çarpıştım. Çarpışmanın etkisiyle yere serilip ikimiz de topa vuramadığında liberomuz Jisung durumu kurtaramadı.
Sonuç olarak maçı karşı tarafa verdiğimizde yerde kalmam kimsenin umurunda olmadı. Ağrıyan kalçamın derdiyle yerde kalıp tavanla bakıştığım beş saniyenin ardında Koç kolumdan yakaladığı gibi malzeme dolabına tıktı beni.
O karmaşada kimse nereye kaybolduğumuzu anlamadı, koç çok feci kızmıştı yenilmemize. Bu durumun sorumlusu da benden başkası değildi gözünde. Esti gürledi, üstüme yürüyüp köşeye sıkıştırdı bedenimi. Kafamı yerden bir saniye olsun kaldırmadım, terden sucuk olan sırtım şimdi korkuyla titrememe sebep oluyordu.
Onca şeye rağmen sinirini alamadı onu da takımı da rezil ettiğimi, eğer yeterince sıçramayacaksam o bacakların bir işe yaramayacağını söyleyip elindeki beysbol sopasıyla birer tane geçirdi baldırlarıma. Acıdan kıvrandım, boğuk bir inleme dudaklarımdan havaya karıştığında kız gibi ağlamamam biraz erkek olmam gerektiğini söyledi.
En son birkaç küfür savurup karanlık odadan ayrıldı.
Öyle yüzüm gözüm dağılmamıştı ama bacaklarım her ayaklanmaya kalkıştığımda beni yarı yolda bıraktı. En sonunda dayanamayıp saldım kendimi başka bir şeyden akmayan göz yaşlarım acıdan aktı. Terli ellerimle sildiğim gözlerim daha da çok yandı.
Birkaç dakika orada oturup zırladım, bu hareketim beni kız yapmadı ya da daha az erkek. Bunların hepsini biliyordum ama Koç'un korkunç varlığı sanki her an bir yerden belirecekmiş gibi korkarak ağladım, gizlene gizlene.
En sonunda daha fazla saklanamayacağımı bildiğimden çıktım girdiğim delikten. Soyunma odası neyse ki boştu. Karşı takım galibiyetin sevinciyle spor salonunu çabuk boşaltmıştı, bizimkilerden de kimseler görünmedi.
Kendimi soğuk suyun altına attığımda gerilen kaslarımdan birkaçı seğirdi yine de hiçbir şey baldırlarımdaki yoğun ağrıyla boy ölçüşemezdi. Çok oyalanmadan işimi hallettim. Yanıma aldığım alt çamaşırımı duşta giyip belime havlu bağlamadan çıktığımda omzunu dolaplara dayamış beni bekleyen Mark'ı görmek midemi çalkaladı.
Çıplak vücudumda gezinen bakışlarını hissetsem de ona aldırmadan dolabıma yöneldim. Orada olması gereken kıyafetlerimi yerinde bulamadığımda kafamı dolabın demir kapağına dayayıp kesik bir nefes verdim.
Takımın kaybetmeye karşı olan zaafından size bahsetmiştim fakat atladığım nokta her kaybettiklerinde kendilerince intikam aldıklarıydı. İstemeye istemeye arkamı döndüm.
"Yedek kıyafetin olma ihtimali?"
Orada öylesine durmadığını biliyordum, takımın yarısıyla şimdiden arkadaştı ve tabii ki biliyordu kıyafetlerimi çaldıklarını. Belki de yenilgimi en ön sıradan izlemek için buradaydı yine de kendi dolabını açıp bana birkaç beden büyük gelecek hoodysini ve eşofman altını verdiğinde nedense bu yaptığına şaşırmadım.
.
.
.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sahnenin Arkasındakiler \\ MarkHyuck
FanfictionTüm hakları yatağımın altındaki canavarda saklıdır.